Cumartesi, 09 Ağustos 2008 10:11

FİRAVUNLARIN YA DA MUSALARIN SAFINDA OLMAK

FİRAVUNLARIN YA DA MUSALARIN SAFINDA OLMAK

Ülkenin birinde dindarlığı suç kabul edilerek memuriyetten ilişiği kesilen bir mazlum, dostları kendisini arayıp geçmiş olsun dediklerinde, o da dostlarına;

- Hepiniz bilirsiniz. Firavun bir rüya görür. Rüyasında saltanatının yıkıldığını müşahede eder . Adamlarına rüyasını tabir ettirir. Onların tavsiyelerine uyarak, korku ve evhamla saltanatını devam ettirmek için İsrailoğulları’nın bütün yeni doğan erkek çocuklarını öldürtür. İşte bugün dini için başlarına bir iş gelenler, okullarından, mesleklerinden, istikballerinden olanlar; katledilen o masum çocukların çağdaş misalleridirler. Ben de onlardan oldum. Firavunun korkusu ve tarihlere geçen vahşeti, saltanatını yıkılmasını önlemedi.Firavun’un akıbetini biliyorsunuz. Allah, Firavun’a Musa’yı kendi sarayında, kendi eliyle beslettirdi, büyüttürdü. Allah büyüktür. O nelere - nelere kadirdir. Bize düşen hayatın her safhasında Allah’ın razı olacağı şeyleri yapmaktır, O’nun emirlerine göre en güzel şekilde yaşamaktır. Hem de Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi derim:

“Deme şu niçin şöyle

 Yerincedir o öyle

 Bak sonuna seyreyle

 

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler”

Sonra devam eder.Hem  Musa Peygamberi ve ümmetini yok etmek için, Kızıl Deniz’e at süren Firavun’un sadece kendisi Kızıl Deniz’de gark olmadı ki.. Yaptığı cinayetlerde ve kötülüklerde de yalnız değildi o bedbaht.. Firavun’la beraber, Firavuna tabii olanlarda rezil, rüsva oldular. O deryada onlarda gark oldular. Ebediyen mahvoldular.

Allah’a hadsiz şükürler olsun ki bizler; Musaların, İbrahimlerin, Hz. Muhammetlerin (s.a.s.) cephesindeyiz, safındayız. Çağdaş Firavunların, Nemrutların, Ebu Cehillerin safında değiliz.

İnsanlık tarihine bir baksanıza; üç günlük belâlı ve uğursuz bir saltanattan sonra onların akıbetleri ne oldu? Bir de kabrin ötesindeki hallerini görebilsek onlar için ne düşünürdük acaba?

Sonra da, şimdi kime geçmiş olsun diyeceksiniz, kimin haline üzüleceksiniz? diyerek sözünü bitirir.. O mazlum adam.

Sakın yılmayın, üzüntüye kapılmayın, eğer iman ediyorsanız mutlaka üstün gelirsiniz.’

                                                                            Âl-i İmran suresi 139

FİTNE

 Bizim insanımızı özellikle bizleri; ihtilafa, fitne ve fesada, yani bu tür batağa yuvarlamada şeytanın oynadığı en önemli oyunlarından, kurduğu en tehlikeli tuzaklardan birisi de şudur;

 - Şeytanının vesvese ve telkinlerini çok iyi dinleyen nefsimiz, gıybetteki hazır lezzete de aldanarak, fitne ve fesadın üstünü hizmet örtüsüyle kamufle ederek bildiğimiz, bilmediğimiz konularda yerli yersiz bizi dürterek konuşturuyor. İşin vahametinin pek de farkına vardırmayarak, fitne ateşlerini etrafa saçtırıyor. Şu açık yanlışımızı bize göstermiyor. Üstelik bu şekilde hizmet yaptığımızı bize telkin ediyor.

Matematikle ilgili herhangi bir problemi çözmede; girdiler eksik, fazla veya yanlış ise çıktı yani sonuç; doğal olarak girdilerdeki eksiklik ve yanlışlık oranında yanlış olur. Matematikte geçerli olan bu durum, esasen sosyal yaşantımız da çok daha geçerli bir kuraldır.

Eksik ya da yanlış bilgilerden kaynaklanan kanaatlarla, olayları ve kişileri değerlendirip, ön yargıyla hemen hizmet arkadaşlarımız hakkında yanlış hüküm verip onu mahkûm edebiliyoruz.

Yaşadığımız günlük olayları bu çerçevede tahlil edebilsek; uhuvvetimizi, tesanütümüzü, dâhil olduğumuz toplumdaki aşkı, şevki, ahengi ve huzuru tarumar eden atom bombalarını görebiliriz.

Beşeri münasebetlerde, en önemlisi de Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniyede çalışanlar; en hassas, can alıcı bir ameliyat yapan uzman bir cerrahın neşteri kullanmadaki hassasiyeti, titizliği içerisinde olmalıdırlar. Böyle bir cerrah neşteri yanlış kullansa bir azaya veya en kötü ihtimalle bir cana zarar vermiş olabilir. Bir can bir alemdir, küçük bir kainattır.

Hizmet-i imaniye ve Kur’aniyenin başında veya içerisinde bulunanlar, vazifeleri ve konumları nispetinde hassas olmasalar, nice canların Ebediyen mahvolmasına, âb-ı hayatımız olan nice hizmetlerin kesilmesine sebep olurlar. Rabbim, cümlemizi böyle afetlerden korusun. Amin.

GÂVURUN EKMEĞİNİ YİYEN

GÂVURUN KILICINI SALLAR

Atalarımız bu acı gerçeği ne kadar da veciz ifade etmişler.

Topluma, toplumu idare etmeye çalışanlara, özellikle de en gayretkeş ve cüretkâr olan medyaya bakıyorum da buralardan, milletimizin en kutsal değerlerine, milletin inançlarına, bizi biz yapan maddi ve manevi değerlerimize canhıraş saldırarak, ölümüne bize kılıç sallayanların gâvurun ekmeğini en çok yiyenlerin olduğunu görüyorum. İsterseniz siz de şöyle etrafınıza dikkatlice bir bakın, aynı şeyleri görecekseniz.

 Hani orman, kendini doğrayan baltaya demiş ya;

-Ey Balta .. Ey Balta..Ey Adi Mahluk! Sen bana bir şey yapamazdın, sapın benden olmasaydı.

Merhum Cemil Meriç’in tabiriyle, içimizden çıkan ve batıl değerler için bizimle ölümüne çarpışan, batının devşirilmiş, mankurtlaştırılmış, yeniçerilerini de unutmamak lâzım. Allah için dürüst olalım. Cehennemdeki en aşağılardaki makamlarını ve servetlerini negatif yönde yükseltmek uğruna ayrıca menhus saltanatlarını sürdürme sevdasına, önlerine atılanların aşkına, nasıl da çalışıyorlar.

ER MEYDANI

Atıldım er meydanına,

Nice nice haller gördüm.

Bu meydanda yerim yoktur,

Nice nice erler gördüm

Kimi kâmil, kimi sıddîk

Kimi zahid, kimi âşık

Kimi ârif, kimi fâruk,

Nice nice güller gördüm

Bu meydan, er meydanıdır

Yiğitlerin harmanıdır

Meleklerin seyranıdır

Nice nice bayram gördüm.

GAYE-İ HAYAL

Kendime  soruyorum;

- Sahi benim davam ne? Gaye-i hayalim ne? Ne için, kim için yaşıyorum? Cevabım sade ve öz:

- Hem kendimin, hem milletimin, hem insanlığın, hem Ümmet-i Muhammed’in s.a.s.; dünyasını da, ahiretini de cennet edecek, hakiki saadeti yani Allah’ın rızasını kazanacak, kazandıracak şekilde yaşamak ve yaşatmaktır. Her türlü kötülükten; kötü ahlâktan uzak olup, her türlü güzellikle bezenip, bezendirmektir. Yani; vahiyle peygamberlere bildirilen hakiki saadet yolunda insanlıkla beraber yürümektir. İnsanın yapısındaki maddilikten, şeytanilikten sıyrılıp; melekleşmektir. Hakiki insan olmaktır.

- Peki bu ulvi dava; hayata nasıl geçirilecek? Nasıl yaşanacak? Pilotluğu, şoförlüğü,  doktorluğu kitaplardan öğrenmek kolay. Nazariyatçılık pek de büyük bir hüner sayılmaz. Hatta sorumluluğunu hissedenlere mesuliyeti daha ağırlaştırıyor.

Öyleyse iş burada düğümleniyor. Yollar çatallaşıyor. İhlâslı tatbikatçı olmak esas. Dille değil; yapılan işle konuşmak gerçek yiğitlik.

“ Bildiği ile amel etmeyenin bilgisi kendisi aleyhine en büyük delildir.”

                                                                            Hadis-i Şerif

GENİŞ DÜNYA

 İhtiyar adam yüz yaşını çoktan geçmişti. Kırk yaşlarındaki torunu laf olsun diye dedesine yaşını sordu. İhtiyar adam alınmıştı. Hem kızarak, hem de sitem ederek torununa çıkıştı:

“ A be yavrum! Şu geniş dünyaya bir dedeni sığdıramadın mı?”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Son Düzenlenme Cumartesi, 09 Ağustos 2008 10:13
İbrahim Töre

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...