Uyarı

JUser: :_load: 989 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.
Cumartesi, 31 Temmuz 2021 18:19

Elmas Sömürge Türkiye Duruşmaları – 14

Falih Rıfkı Atay, Osmanlı Devleti’nin “Yıkılış “ sürecini şöyle anlatır:

“Biz Birinci Dünya Harbi’ne hırs değil, cahillik yüzünden girmişizdir. Almanlara satılmamışızdır. İttihatçılar vatan satıcısı değil idiler. Liderlerinin hepsi parasız ve yardımsız, düşman (s. 120) kurşunları altında can vermişlerdir. Fakat bir umumî dünya görüşünden, realiteleri elde tutarak ve karşılaştırarak uzun vadeli hesaplar yapmak ve hükümler çıkarmak gücünden, yetkisinden yoksun idiler.

(…) 1918 Eylül ayındayız. Büyükada’daki Yat Kulübünde son Türk mevsimini tamamlamak üzereyiz.

1914’e kadar, bankalar, şirketler ve piyasalar gibi, kulüpler de Türklere hemen hemen kapalıydı. Şimdi “Büyük Kulüp” dediğimiz Cercle d’Orient’in resmî dili Fransızcadır. Bugünkü İstanbul Kulübünün bir adı da İngiliz kulübüdür. Padişahlıktan en küçük idare hizmetine kadar siyasî iktidar biz Türklerde iken, Beyoğlu ve Galata tam bir sömürgeciler yatağı, Osmanlı-Müslüman sınıfı ise bir proleterya ezginiği içinde idi.

(…) Kapitülasyonları kaldıran İttihatçılar, ekonomi ve ticaret gibi, kulüpleri hatta otelleri de Türkleştirmek (s. 121) lâzımgeldiğini düşünmüş olacaklardı.

(…) Harp zenginleri ve karaborsacılar zayıf mizaçlılara sokulmak yolunu kolayca bulmuşlardı.

(…) Yat Kulüpte iki parola vardı : Harbe devam ve zafer.

 (…) Himayelerinde milyonerler yetişen bu İttihatçı şefleri namuslu idiler.

(…) Yat kulübün bahçesinde yalnız Ziya Gökalp ile açık konuşabilirdik. O ise saplı fikirlerinin kapalı havası içinde idi. (s. 122)

(…) Ama Mareşal Alenbi’nin yaklaştığı Haleb İstanbul’a uzaksa da Frandchet  d’Esperey orduları Türk Trakyasına yaklaşmak üzere idi.

Vagonları üstünde “Enverland” yazılı Balkanzuğ trenleri artık Berlin istasyonundan kalkmıyordu.

Yat Kulübü Rumlar teslim almağa hazırlanmakta idiler.

(…) Sonradan duyduğumuza göre General Francet d’Esperey’nin fikri hiç durmadan İstanbul’a yürümek ve Osmanlı Devleti’ni, olduğu gibi, sarayı ile, Bâb-ı Âli’si ile, varı yoğu ile teslim almakmış. (s. 123)

(…)Almanya’dan hiçbir umut kalmadığını gören İttihatçılar, partilerinin yerine eski liderlerden hiç birinin bulunmadığı yeni bir parti kurmak ve harb suçluları arasında sayılmayan İzzet Paşa’nın reisliği altında, harb politikasını tenkid eden arkadaşları ile bir hükümet kurmak çaresine baş vurdular. Yeni partinin ismi “Teceddüt” idi.

8 Ekim’de Talat Paşa istifa etti. Ben Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın Hususî Kalem Müdür Muavini  idim. (…) Kendisine bu hizmete yedek subaylıktan geldiğimi, memurluk mesleğim olmadığını söyliyerek, çarkçı mektebinin edebiyat hocalığını istedim. Kabul etti, son emirlerinden birini benim için yazdı. (s. 124)

(…) Bir devletin batışı günlerinde idik. Düyun-u Umumiye İngiliz Dainler Vekili Sir Adam Block, 1914 de harbe girmemiz üzerine İstanbul’dan ayrılacağı zaman şöyle demişti :

Eğer Almanya kazanırsa, siz de Alman kolonisi olacaksınız. Eğer İngiltere kazanırsa mahvoldunuz! Harbi İngiltere kazanmıştı.

İstanbul pek susturucu bir asker sıkısı altında idi. Harb müddetince halk yalnız bir defa hıncını duyurabilmişti. O da gene sessizce Sultan Hamid’in tabutu arkasına takılmaktan ibaretti.

İzzet Paşa kabinesi harbde İzmir İngilizlerine yardım eden vali Rahmi Bey veya harb esiri olarak bizden pek iyi muamele gören General Tavshend gibi bazı şahsiyetlerle ortalığı yokladıktan sonra, Mondros mütarekesini imzalamaktan başka çare olmadığını gördü.

Sonradan Ali Çetinkaya ve bazı arkadaşlarının bu mütarekeyi imzaladığı için Rauf Bey’e (Orbay) niçin hücum ettiklerini anlamak güçtür. Mondros Mütarekesi o günkü şartlar (s. 125) içinde seçmiş olduğumuz felâketlerin en hafifi idi. Ya mütareke yapacaktık, yahut General Franchet d’Esperey, orduları ile İstanbul’a girerek devlete el koyacaktı.

(…) Gerçi daha beteri olduğunu da hatırlamıyorduk. Ya Çar Rusyası 1917’de yıkılmamış olsaydı? Müttefiklerle aralarındaki anlaşmaya göre İstanbul Sakarya kıyılarına kadar Rusların mülkü olacaktı. (…) Daha neye uğradığını bilmeden, Doğu’dan Güneye doğru, Adana’ya kadar uzayan  bir Ermenistan kurulacaktı. Lenin Çarlığı devirdiği sırada, Rus ordularının nerede ise Sivas kapılarına dayanmış olduğunu unutuyorduk.(s.126)

Falih Rıfkı, “bir akşam üstü binbir tasa ile başı ve gönlü ağır, Büyükada iskelesine çıkarken” birisi eline bir zarf tutuşturur. Gelen Cemal Paşa’nın mektubudur:

“Oğlum Falih Rıfkı, memleketin galeyanı, avam kitlelerini ayaklandırmak  için bazı eclaf (reziller) ve esafilin (sefiller)teşebbüsleri beni her zaman için bazı nahoş tecavüzlere maruz bırakabilirdi. (…) Binaenaleyh memlekette sükun avdet edinceye kadar, daha doğrusu aramıza girecek olan ecnebi kuvvetleri sulh olup vatanı gene münhasıran milletin eline bırakıncaya kadar maddî hakaretlerin yetişemiyeceği bir yere çekilmeyi münasip gördüm.

(…) Vesikalarımı evvelki gibi kullanarak aleyhimde yapılabilecek her türlü iftiralara cevap verebilirsin. (…) Boyacıköy 1 Teşrinisani 1334”

Süleyman Nazif ve Cenap Şahabettin’e  gösterilmesi ve Yahya Kemal’e selâm söylenmesi de mektubun bir kenarına yazılmıştır. Falih Rıfkı, sözkonusu kişilerle ilgili şu açıklamalarda bulunur:

“Süleyman Nazif ve Cenap Şahabettin vaktiyle Suriye’ye gelmişler ve Cemal Paşa’nın yardımı ile ipek alıp satmışlardı.Yahya Kemal de Bahriye nazırlığı anbarından besledikleri arasında idi. Celâl Nuri gazetesinde dünkü efendilerinin sitemlerini beş sütuna iri punto ile şöyle haber verecekti :" Ferre, yefürrü, firara"…(Şiddet, Hırs ve Firar) Nazif ve Cenap adını bile ağızlarına almıyacaklar, Yahya Kemal ise ilk sövenlerden olacaktı.”(s. 127)

(Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Bateş, İstanbul,1984)

Kaynak: Hertaraf.com

 

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...