Çarşamba, 14 Aralık 2022 15:38

"SOSYOLOJİK SAVAŞ" BAĞLAMINDA TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ POLİTİKALARI VE İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

    GİRİŞ: Sosyoloji disiplinini, toplumsal olayları sadece açıklayan bir bilim olarak değil, kurgulayan ve yöneten bir bilim olarak kurnazca kullanan bir savaş türü ile karşı karşıyayız. Türkiye ve İslam Dünyası (hatta bütün insanlık) ne tür bir saldırıyla karşı karşıya olduğunun acaba farkında mı?2 “Sosyolojik Savaş, toplumun bağışıklık sistemini hedef alan, bütün savunma mekanizmasını felç ederek her türlü müdahaleye karşı zayıf düşüren ve bu sayede hedef toplumda sürdürülebilir bir çıkar ve hâkimiyet üstünlüğü kuran asimetrik bir savaş türüdür.” “Sosyolojik Savaş, hedef toplumun belli kimliklerini kontrol etmeyi, yönlendirmeyi, kendi çıkarlarına ve amaçlarına uygun “formlara” dönüştürmeyi ve kullanmayı sağlıyor.”3 Bu yazıda, “Toplumsal Cinsiyet” kavramını toplumun etnik, siyasi, dinî ve bir takım sosyal kimlikleri üzerinden yürütülen “Sosyolojik Savaş” bağlamında ele almaya çalışacağız. Öncelikle konunun “Sosyolojik Savaş” ile bağlantısının doğru kurulabilmesi ve anlaşılabilmesi için bazı tanım ve açıklamaların ortaya konulması gerekmektedir. TOPLUMSAL CİNSİYET & İSTANBUL SÖZLEŞMESİ: Kamuoyunda bilinen ismiyle, İstanbul Sözleşmesi ( Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi)’ nin 3’ncü madde “c” bendinde “Toplumsal Cinsiyet” kavramı şu şekilde tanımlanıyor; Toplumsal Cinsiyet; kadınlar ve erkekler için toplum tarafından uygun görülen ve sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, eylemler ve nitelikler anlamına gelir.4 Yazının konusunu teşkil eden “Toplumsal Cinsiyet” kavramının tanımını mezkûr sözleşmenin metininden olduğu gibi aldık. Çünkü Türkiye ile birlikte 44 ülkenin imzaladığı bu sözleşmenin anahtar unsurlardan birisi “Toplumsal Cinsiyet” kavramı olarak ortaya konuyor. O nedenle bu sözleşmenin içerik ve uygulamalarına uzun uzun değinmek durumundayız.

    İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011’ de Türkiye tarafından hiçbir muhalefet şerhi konmadan imzalanmıştır, 1 Ağustos 2014 ‘de yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, kadınlara yönelik şiddet konusunda bağlayıcılığa sahip ilk uluslararası sözleşmedir.5 Anayasa’nın 90’ncı maddesinde ; “Usulüne göre yürürlüğe konmuş milletler arası anlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz” denilmektedir. Dolayısıyla “İstanbul Sözleşmesi” Anayasa ve Kanunların üzerinde bağlayıcılığa sahip bir metindir. Diğer taraftan Türkiye, Anayasa ve kanunlarla kadın-erkek eşitliğini güvence altına almış; ayrıca “Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) (1985) başta olmak üzere, Avrupa Sosyal Şartı ve AB uyum sürecinde ulusal mevzuatına aktarılması gereken kadın-erkek eşitliği ile ilgili AB direktifleri doğrultusunda politikalar geliştirmeyi, yasal düzenlemeler yapmayı ve bu yasaları uygulamaya geçirmeyi taahhüt etmiştir.6 İstanbul Sözleşmesi’nin giriş kısmında sözleşmeyi kabul eden ve imzalayan devletlerin aynı zamanda AB Bakanlar Konseyi’nin Avrupa Konseyi üye Devletleri’ne sunduğu, “Kadınların Şiddete Karşı Korunmasına İlişkin Rec(2005)5 Tavsiye Kararı” nı ; “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Standart Mekanizmalarına İlişkin CM/Rec(2007)17 Tavsiye Kararı” nı ; “Çatışmaların Önlenmesi ve Çözümünde ve Barışın Tesisinde Kadın ve Erkeğin Rolüne İlişkin CM/Rec(2010)10 Tavsiye Kararı” nı ; “Cinsel Yönelim veya Toplumsal Cinsiyet Kimliğine Dayalı Ayrımcılıkla Mücadeleye İlişkin Tedbirlerle İlgili CN/Rec(2010)5 Sayılı Tavsiye Kararı” nı ve bunlarla birlikte konuyla ilgili tüm sözleşme ve protokolleri dikkate almak ve uygulamak zorundadır.7 Söz konusu Sözleşme ve tavsiye kararlarında ele alınan anahtar unsurun, başta da belirtildiği gibi “Toplumsal Cinsiyet” ve “Cinsel Eşitlik” odaklı olduğu dikkati çekmektedir. Yine Tanımlar bahsinde, İstanbul Sözleşmesi ve diğer sözleşme ve Tavsiye Kararları incelendiğinde karşımıza, “Cinsel Eşitlik” ve “Toplumsal Cinsiyet” tanımlamalarının yanı sıra, “Cinsel Yönelim” (Sexual Orientation), “Cinsel Kimlik” (Gender Identity), “Cinsiyete Dayalı Roller” (Gender Roles) ve “İstanbul Sözleşmesi Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Konularında Nasıl İlişkilidir?” (How does the Istanbul Convention Relate to Issues of Sexual Orientation and Gender Identity?) başlıklarının ayrıntılı bir şekilde ele alındığı görülmektedir.8 KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE AİLE İÇİ ŞİDDETLE MÜCADELE UZMANLARI GRUBU (GREVIO): Görüldüğü gibi, İstanbul Sözleşmesi sıradan bir sözleşme değil; tüm unsur ve aşamaları planlanmış bir zihniyet değişimi sürecidir. Ayrıca bu süreç başıboş bırakılmış, kendi halinde ilerleyen bir süreç de değildir. Yaptırım gücüne sahip bağımsız (!) bir izleme mekanizmasına da sahiptir. Bu amaçla, 4 May 2015’ de “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetle Mücadele Uzmanları Grubu” (Group of Experts on Action against Violence against Women and Domestic Violence - GREVIO) oluşturulmuştur. GREVIO’ da görev yapacak uzmanlar taraf devletlerin arasından dört yıllığına seçilmektedir.9 GREVIO’ nun Başkanlığı’na 2015 yılında Türkiye’den bir akademisyen Prof. Dr. Ayşe Feride ACAR10 seçilmiştir. Kaynaklarda ACAR’ ın GREVIO’ya adaylık sürecinde başta Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Eşitlik Komisyonu Başkanı ve CHP Ankara Millet Vekili Gülsün BİLGEHAN ve Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjom JAGLAND olmak üzere, Türkiye’deki Feminist Kadın İnsan Hakları STK’larının yürüttüğü lobicilik çalışmalarının etkili olduğu belirtilmektedir.11 KAMUOYUNUN VE HUKUKUN MANİPÜLASYONU: Toplumsal Cinsiyet hakkında bir zihniyet dönüşümü Projesi olarak uygulanan İstanbul Sözleşmesi’nin içeriğine yönelik kamuoyundaki eleştiri ve çekinceleri ortaya koymadan önce, kadınlara yönelik şiddet başta olmak üzere şiddetin her türüne karşı olduğumuzun ve şiddetin her türü ile mücadele edilmesi gerektiğine inandığımızın altını çizelim. Zira Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Teorisine yönelik eleştirilerde bulunanlara karşı belli kesimler tarafından derhal linç kampanyalarına girişildiği ve şiddete rıza göstermekle itham edildiği ve bu suretle ilzam edilmeye çalışıldığı bilinmektedir. Bu tür itham, iftira ve manipülasyonlar, toplum olarak ne tür bir sosyolojik savaşla karşı karşıya olduğumuzun bariz bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

 

Diğer taraftan, gerektiğinde karar alıcılar nezdinde hukukun manipüle edilmesine yönelik şu örnek, konunun vahametini açık ve net ortaya koymaktadır. “(…) Türk Ceza Kanunu'nun değiştirilmesinde Türkiye'deki feminist STK'ların etkisi ayrıca önem taşımaktadır. Bu dernekler, 2002-2004 yılları arasında Kadın Bakış Açısından Türk Ceza Kanunu başlığıyla bir araya gelmiş ve bir kampanya düzenlemiştir. Kampanya sonuçlarını değerlendirdikleri yazılarında TCK'da 30'a yakın değişiklik yapıldığı belirtilmektedir. Hande Eslen Ziya (2012) Sosyoloji Araştırmaları Dergisi'nde bu hareketlerin Meclis'e nasıl "sızdıklarına" ilişkin 2000 yılından oldukça ilginç bir örnek aktarmaktadır: "Söz konusu dönemde kadından sorumlu devlet bakanı Hasan Gemici’nin danışmanı olan Selma Acuner Türk Ceza kanunu değişikliğinde kadın hareketinin lobi stratejilerinin başarısından şöyle bahsetti: “Biz, KSSGM’nin [Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü. Daha Sonra Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü olarak değiştirildi] genel müdürü ile birlikte Şubat 2000 tarihinde yapılan bakanlar toplantısına resmen sızdık. O toplantıda öncelikli hedefler belirleniyordu, resmen oraya sızdık ve Hasan Gemici aracılığı ile kadınlar ile ilgili bazı konuları öncelikli hedefler arasına soktuk. Bunlardan birisi Anayasa’nın 10’ncu maddesidir, birisi KSSGM’dir, bir başkası da Medeni kanunun öne çekilmesidir." 12 AMAÇ AİLEYİ KORUMAK MI, YIKMAK MI? Yukarıda sunulan tanım ve başlıklardan da anlaşılacağı gibi, İstanbul Sözleşmesi kadına şiddeti cinsiyet temelli ve tek yönlü bir yaklaşımla “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” teorilerine dayandırarak açıklamakta ve şiddetin sorumlusunu erkek egemen anlayış ve geleneksel cinsiyet rolleri olarak göstermektedir. Burada, “Geleneksel Cinsiyet Rolleri” ifadesinin altını çizmek istiyorum. Toplumsal Cinsiyet tanımlamasında ifade edilen “kadına ve erkeğe toplum tarafından uygun görülen roller”, burada geleneksel cinsiyet rolleri (anne-baba, erkek-kadın) olarak işaret edilmekte ve şiddetin kaynağı ve ana unsuru olarak kabul edilmektedir. En can alıcı noktalardan biri de cinsiyet odaklı bu yaklaşımın bir sonucu olarak ailenin değil, kadının güçlendirilmesi ve korunmasına odaklı bir strateji benimsenmektedir. Bir tarafta cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadele edilirken, diğer tarafta sırf kadının güçlendirilmesine yönelik politikalar salık verilmekte ve kadınlara yönelik bu politikaların ayrımcılık olarak kabul edilemeyeceği deklare edilmektedir. İstanbul Sözleşmesi’ nin temel öznesinin aile değil, kadın; temel stratejisinin ise Toplumsal Cinsiyet Eşitliği teorileri olduğu görülmektedir. Sözleşme 12 GÜLTEKİN, Mücahit (2018).“Türkiye’de aileyi kamunun denetimine açmak: Kadına şiddet, cinsel istismar ve hukukun manipülasyonu”, http://www.islamianaliz.com/m/3594/turkiyede-aileyi-kamunun-denetimine-acmakkadina-siddet-cinsel-istismar-ve-hukukun-manipulasyonu (Erişim:31.01.2020) 5 dilimize çevrilirken “aile içi şiddeti önlemek” şeklinde tercüme edilen ifadenin orijinal hali bile asıl meselenin aile olmadığını göstermesi açısından önemlidir. Nitekim sözleşmede aile içi şiddet değil, ev içi şiddet (domestic violence) 13 ifadesi kullanılmaktadır. Böylelikle farklı birliktelik formları, Anayasa ve kanunların üzerinde bir uluslararası anlaşma üzerinden kurnazca yasal statüye kavuşturulmaktadır. Aynı kurnazlıkla, “kadına şiddet” üzerinden dayatılan Toplumsal Cinsiyet temelli politikalar ile toplum tarafından uygun görülen erkek ve kadın rolleri dışında cinsel rol, tercih ve yönelimlere meşruiyet kazandırılmaktadır. Zaten mezkûr sözleşmenin resmi belgelere geçen ana hedeflerinden biri olarak ”Toplumsal Cinsiyet Temelinde Zihniyet Dönüşümü” açıkça belirtilmiş ve Devlet’in resmi kurumlarının eylem planlarında bu şekilde ifade edilmiştir.14 Bu resmi dokümanlarla ortaya konan gerçek, resmî popüler söylemin arkasında tek yönlü bir bakış açısıyla ortaya konan, aileyi değil, (sözde) kadını koruyan, aileyi değil kadını güçlendirmeye odaklı, aileyi kadına şiddetin mekânı ve kadın için güvensiz bir yer olarak gören15; buna karşılık, kadın sığınma evlerini kadın için aileden daha güvenli bir ortam olarak lanse ederken, “kutsal aile”, “sıcak yuva” anlayışlarını sorgulayan bir zihnî yaklaşım olduğunu görüyoruz.16 ŞİDDETİN TEMEL SEBEBİ CİNSİYET Mİ? Toplumsal Cinsiyet söyleminin ortaya koyduğu şiddet tanımlamasına geçmeden önce, gerçekten şiddetin temel sebebi cinsiyet ayrımcılığı mı? Yani kadınlar sadece kadın oldukları için mi şiddete uğruyorlar? İnceleyelim. Amerikan Psikologlar Birliği’nin yaptığı araştırmaya göre, resmî popüler söylemin aksine kadına şiddetin en önemli sebebinin cinsiyet ayrımı değil, alkol, kumar ve yoksulluk olduğu bildiriliyor.17 Kadına şiddetin artmasında alkolün çok önemli bir faktör olduğu bilinmesine rağmen, maalesef Türkiye’ de resmî belgelerin yazımında ve kadın politikalarının oluşturulmasında kaynak olarak kullanılan araştırmalarda “yönlendirme”, “eksik veri”, “ön 13 Istanbul Convention Action against violence against women and domestic violence https://www.coe.int/en/web/istanbul-convention(Erişim:31.01.2020) 14 Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı 2008-2013” https://ailevecalisma.gov.tr/media/6314/toplumsal-cinsiyet-e%C5%9Fitli%C4%9Fi-ulusal-eylem-plan%C4%B1- 2008-2013.pdf (Erişim:31.01.2020) 15 Gültekin, Mücahit. “Batı Tarafından Hacklenmek: 2053'te Türkiye Nasıl Bir Ülke Olacak?” http://islamianaliz.com/yazi/bati-tarafindan-hacklenmek-2053te-turkiye-nasil-bir-ulke-olacak3626#sthash.nW5dVMo9.zrYgg2xg.dpbs (Erişim: 06.06.2018) 16 Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Kadının Statüsü “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması (Özet Rapor) https://www.ailevecalisma.gov.tr/uploads/ksgm/uploads/pages/dagitimda-olanyayinlar/turkiye-de-kadina-yonelik-aile-ici-siddet-arastirmasi-ozet-rapor.pdf (Erişim:31.01.2020) 17 Aile Akademisi, “Türkiye'de ve Dünyada Kadına Şiddet Araştırması Yayınlandı” http://aileakademisi.org/arastirma/turkiyede-ve-dunyada-kadina-siddet-arastirmasi-yayinlandi (Erişim:31.01.2020) 6 yargılı tutum”, “çarpıtma”, “bulgularla çelişen yorum” ve “yorumu bulguymuş gibi sunma” vb. gibi bilimsel araştırmaların güvenilirliğine gölge düşüren, bilimsel etiği aykırı tespitler ortaya konmuştur.18 AMAÇ; CİNSİYETSİZ VE AİLESİZ BİR TOPLUM: Bu araştırmalarda objektif bulgulara ulaşmaktan ziyade, feminist teorilerin propaganda dili ile bir söylem geliştirildiği göze çarpmaktadır. Bu durum tesadüfî değildir. İstanbul Sözleşmesi ve türevi uygulamalar bu topraklarda birkaç asırdır yaşanmakta olan, Batı rotasında bir zihniyet dönüşüm sürecinin son ve en öldürücü merhalesidir. Topluma ve insanlığa karşı yürütülen asimetrik bir sosyolojik savaş sürecidir. (Sözde) şiddetin önlenmesi bahanesi ile meşruiyet ve masumiyet kazandırılan; aslında cinsiyetsiz, ailesiz, kutsalı ve değerleri olmayan, sosyal dinamikleri yok edilmiş, küresel oligarkların ucuz iş gücüyle ürettiklerini sınırsızca durmadan tüketen ve kendisine dayatılan hayata itiraz edebilme iradesi ellerinden alınmış haz ve hız düşkünü bir toplum yaratma amacına yönelik projedir.19 TOPLUMUN HER KESİMİNİ KUŞATAN BİR ZİHNİYET DÖNÜŞÜM PROJESİ: Resmî karar alma mercilerine, sivil topluma, özel sektör ve medya kuruluşlarına en ince ayrıntılarına kadar görev tanımlamaları belirleyen, Toplumsal Cinsiyet temelli politikaları dayatan ve geleneksel kadın erkek rolleri ile topyekûn mücadeleyi zorunlu kılan eylem planları ve periyodik olarak düzenlenen izleme, değerlendirme, raporlama süreçleri ile hesap soran uluslararası bir organizasyon ile karşı karşıyayız. Öyle ki, kamuoyunda Toplumsal Cinsiyet karşıtı muhalif söylemler ne zaman artsa, bir anda düğmeye basılmışçasına kadına şiddet ve cinayet haber ve görüntülerinin yüksek dozda ajitasyonla servis edilmesi bir tesadüf değildir. Ekranlarda sık sık karşılaştığımız film ve eğlence programlarında farklı cinsel kimliklere sahip karakterlerin lanse edilmesi de tesadüfi bir olgu değildir. Milli Eğitim bünyesinde ilkokul seviyesindeki öğrencilerden, Diyanet bünyesindeki din görevlilerine kadar, kamuda görev yapan memurlardan, özel sektör çalışanlarına kadar toplumun hemen her kesimini kuşatmış toplumsal cinsiyet odaklı bir zihniyet dönüşümü projesinin kararlıkla uygulanmakta olduğunu müşahede ediyoruz. 18 Aile Akademisi, “Türkiye'de ve Dünyada Kadına Şiddet Araştırması Yayınlandı” http://aileakademisi.org/arastirma/turkiyede-ve-dunyada-kadina-siddet-arastirmasi-yayinlandi (Erişim:31.01.2020) 19 ÇAKICI, A.Hakan, (2018).” Ailesiz Toplum, Modern Family... Ya Sonrası ?” https://www.ahmethakancakici.com/2018/11/ailesiz-toplum-modern-family-yasonras.html(Erişim:31.01.2020) 7 RAKAMLAR YALAN SÖYLEMEZ: İşin ilginci, kadına şiddeti önleme amaçlı, toplumsal cinsiyet odaklı politika ve uygulamaların, sanıldığının aksine her geçen gün sorunu artan bir ivme ile yukarı doğru taşımakta olduğu gözlenmektedir. TUİK verilerine göre Türkiye'de 2009' da öldürülen kadın sayısının 171 iken, 2013' de 237; 2018'de 440 olduğu; 2012' de kadınlardan gelen koruma talebinin 44 bin 461 iken, 2017' de bu rakamın 207 bin 233' e, 2018' de 358 bine yükseldiği görülmektedir. Türkiye' de durum, negatif yönde seyreden bu verilere rağmen, Toplumsal Cinsiyet politikalarını uygulamada örnek gösterilen Batı'nın durumundan şimdilik daha kötü seviyede değildir. Ancak bu göstergelere rağmen İstanbul Sözleşmesi ve türevi kanunlar uygulanmaya devam ettiği sürece, yarınımızın bu günümüzden daha iyi olmayacağı açık ve net ortadadır. BATI’DA DURUM NASIL? Toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı politikaların uygulandığı AB' ye bağlı ülkelerde ortalama her 20 kadından 1' inin tecavüze uğradığı, her 3 kadından 1'inin 15 yaşından itibaren fiziksel ve cinsel şiddete maruz kaldığı, AB' de her yıl 15 yaş altı yaklaşık 1000 çocuğun cinayete kurban gittiği biliniyor. Yine yapılan araştırmalara göre, Batı'da 5 kişilik bir ailede en az 1 kişi uyuşturucu kullanıyor ya da alkolik. 5 kişide 1 kişi psikolojik destek almadan hayatını sürdüremiyor. İntihar oranları her geçen yıl artıyor. Görünen o ki, toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı politikalar sadece Türkiye için değil tüm insanlık için bir tehlike konumunda. Bu tehdidi doğru tanımlamaz ve gerekli sosyolojik güvenlik önlemlerini almazsak, toplumsal bütünlüğümüzü ve bekamızı, tanrılık(!) iddiasındaki üst aklın cinsiyetsiz, ailesiz yeni bir toplum yaratma(!) projesine teslim etmiş olacağız. SONUÇ: Kadını ve erkeği hısımlaştırmak (kan ve gönül bağı ile yakınlaştırmak) yerine hasımlaştıran (rekabet ve düşmanlığa teşvik eden); kadını kadın, erkeği erkek olarak belirleyen fıtratı inkâr ederek, cinsel kimlikler üzerinden insanlık onurunu hayvanlardan daha aşağı bir seviyeye taşıyan; kutsal aile, sıcak yuva gibi değerleri sorgulayarak aile müessesesini kadın için güvensiz bölge ilan eden, evlilik dışı birlikteliği meşrulaştırarak kadını ve erkeği tanımsız ve sınırsız ilişkilerle haz çukurlarına iten, meteryalist, ateist ve feminist temelli yaklaşımlarla, kadına şiddetin önüne geçilmesi mümkün değildir. Toplumsal cinsiyet temelli politika ve uygulamaların aile ve toplumumuz üzerinde meydana getirdiği yıkım, bilimsel yöntemlerle elde 8 edilmiş bunca veri ile ortaya konmuşken, bu politikalarda ısrar etmek en hafif ifadesiyle gaflettir. Devletimizin takdirlere şayan yerli ve millî savunma sanayi hamleleri ne kadar önemliyse, yerli ve millî aile politikalarının da aynı seviyede öneme haiz olduğu kanaatindeyiz. Nitekim toplumun temel dinamiğini teşkil eden aile politikalarının da sosyolojik güvenlik anlamında bir beka meselesi olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Zira sanayi ve teknoloji ne kadar yerli ve millî olursa olsun, sosyolojik dinamikleri örselenmiş, sosyolojik bağışıklık sistemi zayıflatılmış ve sosyal bütünlüğünü kaybetmiş bir toplum karşısında tek başına bir anlam ifade etmeyecektir. Sonuç olarak; Devletimiz İstanbul Sözleşmesi ve türevi uygulamaların sonuçlarını değerlendirirken, resmî kurumlara sızmış uluslararası feminist kitle örgütleri ile iltisaklı kişi ve kurumların verdiği tek taraflı bilgilerle değil, sevdası bu ülke olan ve bu ülkeden başka gidecek başka bir yeri olmayan yerli ve millî kişi ve kurumların fikirlerini dikkate almalıdır. Milletin vicdanını yaralayan, geleceğe dair umutlarını karartan İstanbul Sözleşmesi ve türevi sözleşme ve kanunlar derhal ve acilen ilga edilmeli, topyekûn yerli ve millî aile politikalarına dönülmelidir.

 

 

Hakan ŞİMŞEK Antalya, 13.02.2020

Hakan ŞİMŞEK

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...