Cuma, 21 Ağustos 2009 04:55

Denizcinin Ramazanı 1

Denizcinin Ramazanı 1

Arapların İftar Yemeği

 

Dünyanın en gururlu milletlerinden biri de Araplardır. Gerçi ülkesine göre bir parça farklılık gösterir lakin çoğunlukla aynı karakteristik özellikleri taşırlar.

Bir gün Libya’da iken iftar yemeğimize acentemizi davet ettim. Gelirken eczacı bir arkadaşını da getireceğini söyledi. Ben de memnuniyetle kabul edeceğimi söyledim.

O akşam iftar yemeğimizi yedikten sonra güzel bir Türk Kahvesi içtik. Acentemiz ve özellikle eczacı olan arkadaşı misafirperliğimizden çok etkilenmişti. Misafirlik derken yeri gelmişken söyleyeyim. Her ne kadar yabancı bir limanda olsanız ve geminiz yanaşmış vaziyette dahi olsa gemiler Türk toprağından sayılır. Gemi içerisinde Türkiye’nin hukuku geçerlidir.

Misafirlerimiz tutturdular “illa bizde de iftar yiyeceksiniz” diye.

Çaresiz ısrarları kabul etmek zorunda kaldık. Allah’tan zamanımız müsait idi. Limanda tahliye işlemi yapıyorduk ve “Ramazan Mesaisi” geçerliydi. Yani işler ağırdan ilerliyordu.

Eczacı olan misafirimizin evine gittik. Bize meşhur yemeklerinden olan “kus kus” ikram ettiler.

Kus kus nasıl bir yemek? Tarif edeyim. Bildiğimiz pilavı düşünün. Ama içinde her şey var. Etinden tavuğuna, fıstığından kurumuş üzümüne hatta ceviz, fındık içi bir çok kuru yemişin olduğu bir pilav.

Koca bir tepsi içinde sunuyorlar. Herkes önünden yiyor. Araplar daha ziyade elle yiyorlar lakin herkesin önüne çatal koymuşlardı ve isteyen istediği gibi yedi.

Nasıl lezzetli miydi? diye sormayın. Zira iftar sofrası gerçek iştahı kazandırdığı için bütün yemekler lezzetli olur.

Cenabı Allah, bütün kardeşlerimizin sofralarını bereketli ve lezzetli kılsın…

 

 Türk kahvesi

 

Her iftar yemeğinden sonra kahve içmek özellikle yaşlı Türklerde bir adet olmuştur. İngilizlerin “meşhur beş çayı” gibi Türklerin de kahvesi meşhurdur. Gemimize gelen yabancılar özellikle “Türk kahvesi” içmek isterler. O yüzden bir kaptan ne yapıp edip gemide kahve bulundurmak zorundadır. Aksi takdirde ülkemizi iyi bir şekilde temsil edememiş olur.

Kahve özellikle Brezilya’da bulunan tropikal bir ağacın ürünüdür. Şimdi Türk kahvesi de nereden çıktı? Demeyin. Malumunuz kahvenin yapılış şekli bu sözü dedirtiyor.

Avrupa’ya kahve ilk defa Türkler vasıtası ile gelmiş.

Bir araştırmacıya göre ilk “cafe” ler 1671 yılında açılmış. Fransız yüksek sosyetesi, dönemin Osmanlı Elçisi Süleyman Ağa sayesinde tanıştıkları kahveyi zenginliğin en önemli göstergesi olarak sunmaya başlamış.

Paris’in şimdi çok meşhur olmuş cafe’leri bir zamanlar “Türk likörü” denilen ve kahve içilen yerlermiş. İlk cafe de 1675 yılında açılmış.

Avrupalılar kahveyi bizim gibi yapmazlar. Gerçi İtalyanların da bir çeşit bol köpüklü bir kahvesi varsa da genellikle “neskafe” dediğimiz şekilde yapılır. Bu tip kahve yapımı çok basittir. Suyun içine koyarsın kahveyi kaynatırsın olur biter. Lakin Türk kahvesi öyle basit değildir. Öncelikle cezvesi olmalıdır ve tamamen kaynatılmaması gerekir. Kısaca ince bir ayar gerektirir.  

Kız bakmaya gelen aileler öncelikle bir kahve içerler. Bakalım kahve güzel bir şekilde yapılmış, hatta köpürmüş mü? İlk not kahveden verilir.

Arapların kahvesi bizimkine benzer. Fakat çok şekerli ve koyudur. Bizdeki fincanlar gibi özel bardakları vardır ve her biri birer sanat eseri olan fincanların yarısı kadar doldurulur.

Bir Arap kahvesi içerken şaşırabilirsiniz. Ne oldu? Gelirken yarısı döküldü mü? Diye sorabilirsiniz. Aman yapmayın yoksa mahcup olursunuz. Benden söylemesi.

 

Risale-i Nur’un Bir Faydası

 

Bir Arap ülkesinde sık sık acenteye (geminin liman ve evrak işlerine yardım eden şirket) gitmek zorundan kalmıştım. Acente müdürü geminin yanına kadar araba gönderiyor bu arabaya binerek ofislerine gidiyordum.

Arabanın şoförü oldukça geveze bir adamdı. Arabayı kullanırken devamlı konuşur çevresindeki insanlara laf atardı. Ne söylediğini bilmiyorum zira Arapçayı çok az bildiğimden veya hızlı konuştuğundan dolayı hiçbir şey anlamıyordum.

Bir gün yine acenteye giderken şoför bir şeye kızmış olacak ki biraz yüksek sesle bağırıp çağırıyordu. Kendisine “essabrı miftahül ferec” dedim. Yani Risale-i Nur’da birkaç yerde geçen “sabır, ferahlığın anahtarıdır” demeye çalıştım.

Adamcağız birden sustu. Acente ofisine gidene kadar kıpkırmızı kesildi. Herhalde benim iyi Arapça bildiğimi zannediyordu ki bir sonraki sefer dahil olmak üzere artık çıtını bile çıkarmıyordu.

Bu kadar utanıp sıkıldığına göre herhalde benim aleyhimde de atıp tutmuş olmalı. Ne dediyse bilmiyorum lakin beni gördüğü zaman hemen çok saygılı bir tavır takınıp başını öne eğiyordu. Herhalde onun söylediği argo kelimeleri bildiğimi veya bunları patronuna söyleyeceğimi zannederek o kadar mahcup bir tavır içine giriyordu ki iyi Arapça bilen kim olsa bu adama acırdı.

Evet, Risalelerin çok faydasını gördüm. Elbette en önemlisi “iman” konusundaki tahşidatıdır. Yani taklidi olan imanı tahkiki imana çevirmesi ve gittikçe azgınlaşan materyalist felsefenin tuzaklarından insanları kurtarmasıdır.

Bunun yanısıra ahlaki öğütleri, dini bilgilerin öğretilmesi ve Türk diline yaptığı katkılar gibi o kadar çok güzel faydaları vardır ki bütün insanlara bu harika eserlerin ulaştırılması bazı insanların asli mesleği olmuştur.

Nur Talebeleri denilen bu insanlar Risale-i Nur eserlerini kendi malı gibi bilip bunların neşrine ve öğrenilmesine çalışırlar. Hayatta en büyük gayeleri bu eserleri yayıp insanların imanının kurtulmasına yardımcı olmaktır. Allah, bütün Nur talebelerinden razı olsun…

 

 Umulur ki sizin kerih gördüğünüzde hayır vardır.

 

Bir Arap kardeşimizin evine iftar yemeğine davet edilmiştim. Bu zat emekli bir polis memuru olup en az beş erkek çocuğu olan varlıklı bir adamdı. Muhakkak kız çocukları da vardı lakin bunların kaç tane ve nerede olduklarını bilemedim. Çünkü bu tarz konuları konuşmak pek hoş karşılanmıyordu besbelli.

İftar yemeğinden sonra özellikle dini ve sosyal konularda bol bol konuştuk. Benim çok az Arapça ve konuşmaya yetecek kadar İngilizce bilmem sayesinde çok hoş bir sohbetimiz oldu. Eczacı olan oğlu güzel İngilizce konuşuyordu ve bize aracılık ediyordu.

Yemekten sonra cemaatle namazımızı kıldık ve kahvemizi içerken sohbetimize devam ettik. Nedense ev sahibimiz genellikle olumsuz şeylerden bahsediyordu. Belki de bulunduğumuz ülkenin şartları iyi değildi. Ben söylediklerini tasdik etmekle birlikte “La taknetü min Rahmetillah” yani Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz, dedim. Bu sözüm Kuran ayetinden iktibas olduğu için ev sahibimizin çok dikkatini çekmişti.

Konuşmalarımız aynı minval üzerine devam ettiği için moral bozukluğunu gidermek ve sohbetimizi daha güzel bir hale getirmek için “asa en tekrehü şey’ün vehüve hayrün leküm” ayetini söylemek zorunda kaldım.

Cenabı Allah, başımıza gelen işleri hayra yormamız gerektiği anlamında “umulur ki sizin kerih (kötü) gördüğünüzde hayır vardır” emrini vermişti.

Bu söz sonrasında ev sahibimiz çok duygulandı. Bir kısmını oğlundan İngilizce olarak anladığım kadarıyla Türk milletinden ve Türklerin İslam’a yaptığı ve yapacağı hizmetlerden bahsetti. Sohbetimizi vakit bir hayli ilerlediği için kesmek zorunda kaldık zira gemiye dönmem gerekiyordu ve işlerimiz oldukça yoğundu.

Bu Arap kardeşimizin yemeğinden sonra daha önceden de yaptığım gibi Cenabı Allah’a bize Risale-i Nur ve onun müellifi Bediüzzaman Said Nursi’yi tanımak fırsatını verdiği için daima şükrettim. İman nimetinden sonra en büyük şükür sebebim budur. Bütün insanların Bediüzzaman’ı hakkıyla tanımasını ve onun mükemmel eseri Risale-i Nurları okuyup imanını kuvvetlendirmesini Yüce Rabbimden niyaz ederim.

 

Gülme komşuna gelir başına

 

İnsanlar huzur dolu bir ortama girdikleri vakit fiziksel olarak gevşerler ve bu halin bir sonucu olarak uyku bastırır. Sohbetler esnasında uyuyan birçok kardeşimizi görmüşsünüzdür. Uyuklayan kardeşlerimizin birçoğu dini sohbetleri ciddiye almamak değil bu rehavet nedeniyle uyuklayıverirler.

Düşünün bir kere, hayatın tozu gürültüsü esnasında insanlar ister istemez strese giriyorlar. Bu stresin olmadığı yerlerin başında da dini sohbetlerin yapıldığı mekânlar gelir. Özellikle imani bir konuyu dinlerken duymuş olduğu ruhani bir hazzı kimse inkâr edemez. İnsan kendisini sanki bulutların üstünde hisseder. İşte bu nedenle bazı kardeşlerimizin uyku tutmasını yadırgamamak gerekir.

Peki ders, sohbet esnasında uyuyan kişi görmüşsünüz de hiç namaz kılarken uyuyan kimse gördünüz mü?

Bazen yaz aylarında yatsı namazı geç saatlere kadar uzar. Bu nedenle en azından birçok kişi tesbihat esnasında uyuya kalmıştır. Fakat namaz esnasında uyuyan kişiye pek rastlanmaz. Fakat Bahriye mektebinde okurken arkadaşlarımızın böyle bir haline şahit olmuştuk.

Mecburi olan spor ve ağır bir çalışma gününden sonra geç saatlerde kılınan bir yatsı namazı esnasında bir arkadaşımız uyuya kalmıştı. Seccadesinin yanında yana devrilmiş bir şekilde uyandırmışlar. Kendi ağzından duyunca bu olayı dilimize dolamış arkadaşımızla dalga geçmeye başlamıştık. Fakat sen misin arkadaşına gülen, gülme komşuna gelir başına misali benim başıma daha beteri geldi.

Bir Ramazan günü dershanede kalmış sahur yemeğinden sonra sabah namazını kılmaya başlamıştık. Cemaatle namaz kılıyorduk ve beni de imam yapmışlardı. Nasıl olduysa oldu namaz esnasında birden benim dalga geçtiğim arkadaş “sübhanallah” diyerek beni uyandırdı. Dediklerine göre Fatihayı okurken birden mırıldanmaya ve anlamsız sesler çıkarmaya başlamışım. Neyse namazı bitirdik lakin ben arkadaşlara tekrar kılmalarını söyledim ve yeniden abdest alarak battal olan namazımı kılmak zorunda kaldım.

Dolayısı ile siz siz olun kimseye gülmeyin, kim bilir bakarsınız daha beteri ile karşılaşırsınız iyi mi!

 

Vehbi HORASANLI

 

 

 

 

Vehbi Horasanlı

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

1 yorum

  • Yorum Linki Mehmet ERDİL Cuma, 21 Ağustos 2009 17:31 yazan Mehmet ERDİL

    patlıcanın faydalarını bile yazsanız, o metin içerisinde mutlaka sitenin misyonunu hatıra getirecek vede uğradığınız büyük adaletsizliği(Y.A.Ş) ima edecek konuları bir şekilde yazınıza uyarlamanızı beklerdim. kaderdaşınız olmam hasebiyle haddim olarak bu yorumumu nazara alacağınızı istirham ederim. Ayrıca yazınızdan büyük keyif aldığımı bilmenizi isterim.Saygılarımla.

    Raporla

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...