Cumartesi, 05 Eylül 2009 05:09

MÜSLÜMAN'IN YEMEK-İÇMEK KÜLTÜRÜ

Yeryüzündeki iki milyara yakın Müslüman’ın, mensup oldukları devlete, bulundukları coğrafyaya, yerleşmiş örf ve âdetlerine göre değişebilen yemek-içmek kültürlerinin yanında, Müslüman sıfatlarının gereği müşterek bir yemek-içmek kültürleri de olmalıdır.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

 

MÜSLÜMAN’IN YEMEK-İÇMEK KÜLTÜRÜ

 

                                                                                                   Prof.Dr.Mustafa NUTKU

 

            Yeryüzündeki iki milyara yakın Müslüman’ın, mensup oldukları devlete, bulundukları coğrafyaya, yerleşmiş örf ve âdetlerine göre değişebilen yemek-içmek kültürlerinin yanında, Müslüman sıfatlarının gereği müşterek bir yemek-içmek kültürleri de olmalıdır.

            Allah (c.c.) istese insanları, melekler gibi yiyip içmek ihtiyacında olmayacak şekilde de yaratabilirdi; fakat meleklerin derecesi sabittir; insan nev’i gibi akılları ve iradeleriyle Allah’a kulluk imtihanına tabi değildirler. Allah, meleklere yemek-içmek ihtiyacını vermediğinden, o ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklarına göre onları imtihan da etmemektedir. İnsanlara ise, yemek-içmek ihtiyacını vermiş ve o ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklarına göre de onları imtihan etmektedir.

            İnsan nev’inin ilk imtihanı, Cennet’ten dünyaya gönderilmeden önce, yediği ile başlamıştır ve kıyamete kadar yiyip içtikleri konusunda da imtihanı devam edecektir.

            Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerîm’de (mealen): “Ey insanlar! Yeryüzündeki bütün nimetlerimden helâl olmak ve temiz olmak şartıyla yiyin, fakat Şeytan’ın adımlarına uymayın; çünkü o size apaçık bir düşmandır.” (Bakara, 2;168), “Allah’ın size rızık olarak verdiği nimetlerden helâl ve hoş olarak yiyin, hem de kendisine iman ettiğiniz Allah’tan korkun!” (Maide, 5; 88), “Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve hoş olarak yiyin ve Allah’tan sakının! Şüphesiz ki, Allah çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir!” (Enfâl, 8;69), “Onun için siz, Allah’ın size verdiği rızıklardan helâl ve hoş olarak yiyin. Gerçekten Allah’a kulluk etmek istiyorsanız Allah’ın verdiği nimetlerine şükredin!” (Nahl, 16;114) ayetleri ile ve Peygamberimiz (s.a.v.) çok sayıdaki Hadis-i Şerifleriyle, bize helâl gıda ile beslenmeyi emretmektedir.

            İnsan, ruhunun elbisesi ve bineği olan vücudunu, ona Allah’ın emaneti olduğundan iyi kullanmak ve korumakla mükelleftir. Bu sebeple, vücudunun ihtiyacı olan gıda maddelerinin helâl ve temiz olanlarını ihtiyacı kadar yemek,  insana vaciptir.

            Yemek-içmekle ilgili tam ihtiyacı kadarının tespiti insan için güç olduğundan, onun fazlasını yerse mubah; fakat açıkça israf etmesi ise, haramdır. Maalesef, yemeklerin yenilirken veya yenilmeyip atılarak israfı, maddî refah seviyesi yüksek bazı gayrimüslim toplumlarından başka, bugünün bazı İslâm toplumlarında da çok yaygın ve âdeta kötü bir âdet ve görenek haline gelmiş bulunmaktadır. Müslüman israftan, hayatının her halinde olduğu gibi, yemek ve içmek mevzuunda da mutlaka sakınmalıdır. İsrafın yanında, helâl ve temiz olanı aramak hususunda kayıtsızlık ve tembellik de, Müslümanlarda olması gereken yemek-içmek kültürünün özellikleriyle bağdaştırılamaz.

            Hakikî insanlık vasfını taşıyan Müslüman, yeryüzü sofrasının en mümtaz misafiridir; hayvanların yedikleri yiyecek çeşitleri birkaç tane olmasına rağmen, insana Allah tarafından yeryüzü sofrasında binlerce yiyecek çeşidi ve onların sayısı kadar da “tad alabilmek kabiliyeti” verilmiştir. Bir âyet meali, insanın dikkatini bu hususa şöyle çekmektedir:

            “İnsan, yediğine bir baksın! Biz yağmurlar yağdırdık. Sonra toprağı göz göz yardık da oradan ekinler, üzüm bağları, sebzeler, zeytin ve hurma ağaçları, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik. (Bütün bunlar) sizi ve hayvanlarınızı faydalandırmak içindir. (Abese, 80; 24-32)

            Dengesiz ve yetersiz beslenmek, hastalık sebebi olabileceği gibi; aşırı beslenmek, şişmanlık (obesite) de bazı mühim hastalıkların sebebidir. Peygamberimiz’in (s.a.v.), Müslüman’ın çok yememesi ile ilgili bir hadisinin meali şöyledir:

            “Âdemoğlu’nun, doldurabileceği en zararlı kap midesidir. Âdemoğlu’na, kendisine yeterli güç sağlayacak birkaç lokma yeter. Eğer illâ (fazlasını) yiyecekse, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefes almaya ayırsın.” (Tirmizî, Müsned).

            Peygamberimiz’in (s.a.v.) bu hadisindeki midenin doldurulma ölçüsünü, şişmanlığı önlemek ve gidermek için modern tıpta bir tıbbî tatbikat olarak uygulayan bazı doktorlar, şişirildiğinde midenin üçte birini kaplayabilecek özel olarak yapılmış bir balonu mideye yerleştirdikten sonra o balonu midenin içinde şişirmekte; böylece aşırı kilolu olanlarda çok yemeyi önlemeye ve şişmanlığı da gidermeye çalışmaktadırlar. Ayni konuda daha basit bir uygulama da, Peygamberimiz’in (s.a.s.) açlık hissini bastırmak ve çok yememek için, midesi üzerine taş bağlamasını taklid ile, bir Türk doktorunun mide üzerine baskı yapan kemerle az yemek ve fazla kiloları vermeğe faydalı ve güvenli buluşudur. Bu şekilde, maddî ve tıbbî faydasından başka, niyete göre Peygamberimiz’in (s.a.s.) bir sünnetine uymanın sevabı da alınabilir.

            Çok yemeyi, fazla kilolu ve şişman olmayı hoş görmeyen çeşitli hadisler vardır; ancak bunlardan bahsetmenin o durumdaki Müslümanları üzebileceği endişesiyle, dinî irşad görevi yapanlar, ekseriya bu hadislerden bahsetmekten kaçınmaktadırlar.

            Buna mukabil, dinî irşadın şumûlü dışında, insandaki fazla kilolarla mücadeleyle ilgili çok sayıda seküler neşriyat yapılmakta; mesleği bu konuyla ilgili olmayanlar da dahil, birçok kişi bu konuda kitap satışı, radyo ve TV programları, ürettikleri mamullerin satışı ile para ve şöhret kazanmakta ve bu faaliyet alanı kârlı bir ekonomik sektör haline gelmiş bulunmaktadır. Peygamberimiz (s.a.v.) Müslümanlar için her hususta olduğu gibi bu hususta da birinci örnek olmasına rağmen, bu kişilerden bazıları medya vasıtaları ve kitaplarla  reklamlarını yapmakta aşırılığa bile giderek, kendilerini Müslüman halkımıza “bir yaşam tarzı ve ekol öncüsü” olarak takdime ve kabul ettirmeğe çalışmaktadırlar. Müslüman, tüm yaşayışında olduğu gibi, yemek-içmek kültüründe de, öncelikle âyetleri ve hadisleri kendine rehber ve -onların tabiriyle- “ekol öncüsü” kabul etmesi gerekir.

            Müslüman’ın yemek-içmek kültürü, bir kitap hacmi genişliğinde olabilecek bir konudur. Bu konuda, âyet ve hadislerin ışığında söylenebilecek çok şey vardır ve bir yazı hacmine sığmaz. Ancak, çok hikmetlerle dolu olan Ramazan ayında, tümüyle ele alınamasa da, Müslüman’ın yemek-içmek kültürünün Ramazan ayındaki uygulaması üzerinde, bilinen ve tekrar edilenlerin dışında, bazı hususlara kısaca dikkati çekmekte fayda vardır:

            Bilhassa gündüzlerin ve oruçlu olarak geçirilen sürenin uzun olduğu mevsime rastlayan Ramazan aylarında, iftar saatine yakın, açlık hissi daha fazla olabilir. Oruçluluk halinden yeni çıkan bazı Müslümanlar, sanki hiç doymayacakmış gibi,  hemen süratle yemeğe koyulurlar. Bu halin insanın maddî ve manevî sağlığına çeşitli zararlarının göz ardı edildiğine, maalesef çok rastlanmaktadır. Böyle bir iftar şeklinin, insanın kalp, damar, şeker, tansiyon vs gibi konularda maddî rahatsızlıklarının tetiklenmesine ve kilosunun artışına sebeb olmasından başka, ekseriya akşam namazının çok gecikmeli kılınmasına da sebeb olması, göz ardı edilmemesi gereken mühim bir manevî zararı olmaktadır.

            Bazıları, bu yanlış uygulamalarını savunmak için, Peygamberimiz’in (s.a.v.) önce iftar edip sonra akşam namazını kıldığına dair hadisteki tutumuyla kendi uygulamaları arasında yanlış bir kıyasla benzetme yapmağa çalışmaktadırlar. Halbuki, iftar yapmak, bir veya birkaç hurma ile ve başka birkaç yiyecek veya içecek ile orucunu açıp birkaç lokma yemek ile de olabilir; iftar vaktinde sofrada mutlaka uzun süre oturup, tıka-basa karnını doyurmak değildir. Oruç açılıp hemen ilk vakitte akşam namazı kılınsa, bu esnada oruç açılırken yenilen hurma veya diğer tatlı meyveler, bal, reçel, vb şekerli gıdalar süratle hazım olup, vücudun ihtiyaç duyduğu şekeri kana verir ve bunun sonucunda, beyindeki açlık sinyali gönderen merkez, açlık sinyali göndermeyi durdurur. Oruç bu şekilde açıldıktan sonra, akşam namazı kılınıp tekrar iftar sofrasına oturulduğunda; insan bu defa ilk oturuşundaki gibi, hiç doymayacakmış gibi hızlı ve çok yemek ihtiyacını duymaz; daha itidalli bir şekilde yemek yer. Bu suretle de, hem maddî ve hem de manevî sağlığı için daha faydalı olanı yapmış olur.

            Bilhassa iftar sofralarında, fakat onun dışındaki zamanlarda da, açlık hissi ile sofraya oturulduğunda, önce biraz meyve veya tatlı (bal, reçel vs) yemek ile başlamanın ve yavaş yemenin âdet haline getirilmesi, fazla kilo almamak ve fazla kilolardan kurtulabilmek için yapılacak faydalı tavsiyelerden biridir. Bu şekilde, beynin açlık sinyali göndermeyi durdurması için gerekli olan kandaki şeker seviyesi, çabuk hazım olan meyve ve tatlılarla, kısa zamanda sağlanmış olabilir. Yemeğe başlanılmasından itibaren, insanın çok yemesine sebeb olan açlık sinyallerinin durdurulması için en az yirmi dakika geçmesi gerektiği de bilinirse, yavaş yemenin veya önce hurma veya emsali  tatlı besinlerle kahvaltı tarzında kısaca iftar ettikten sonra sofradan kalkıp akşam namazını kılmanın ve daha sonra gerekiyorsa tekrar iftar sofrasına oturmanın faydası daha iyi anlaşılabilir.

            Yemeklerin hazmının kolay olabilmesi için, yenilenlerin midede boza kıvamında olabilmesi en uygunudur. Bunun için, çorba gibi sulu yemeklerle başlamak iyidir; ayrıca, yemek esnasında bu maksadı hasıl edebilecek başka içeceklerden de, uygun miktarda alınabilir. Ancak, yıllardır “gazoz” firmalarının Ramazan’da daha da artan “beyin yıkayıcı” çok yoğun reklamlarının da etkisiyle, “gazoz” cinsi içeceklere (sade, meyveli veya kola türü) “olmazsa, olmaz..” saplantısıyla şartlanıp bilhassa iftar sofralarında, mutlaka  yer verildiği görülmektedir ki, bu yanlıştır. Birkaç yıl öncenin Ramazanında, Tüketiciler Birliği’nin piyasadaki on tane meşhur markalı “gazoz” için TÜBİTAK laboratuarlarında yaptırdığı alkol araştırmasında, tümünde de az bile olsa alkol bulunması, bir “şok gelişme” olarak medyada yer aldı ve aylarca tartışması devam etti. Bir Müslüman’ın Allah rızası için tuttuğu ve mükâfatını Allah’tan beklediği Ramazan orucunun “olmazsa, olmaz”ı asla, Allah’ın yasak ettiği alkolü az da olsa ihtiva eden (sadesi, meyvelisi, kolalısı ile) ve Ramazan’da içilmesi daha da artan “gazozlar” olamaz. Yemek-içmekle ilgili bu yanlış modernite göreneği, terk edilmelidir. Müslüman, bilhassa Ramazan ayında, şüpheliden bile sakınmalıdır.

            Yemekten hemen sonra, hangi cinsten olursa olsun, soğuk bir içecek içmenin zararı olduğundan, bir şey içilecekse, sıcak bir içecek içmelidir. Genel olarak herkes ve bilhassa kansızlık hastalığı olanlar, yemeklerle alabilecekleri demirin vücut tarafından emilimine mani olduğu için, yemekten hemen sonra çay içmemeli; çay içmek isteklerini yemekten en az iki saat geçtikten sonraya tehir etmelidirler. Bu durumda da, her bardak çaya üç damla kadar limon suyu ilave etmek te, çayın bahsettiğimiz gibi bazı zararlarını önlemek bakımından daha iyidir. Yemekten hemen sonra içilebilecek sıcak içecek, bilinen siyah veya yeşil çayın haricinde halk dilinde “bitki çayları” denilen (halbuki bilinen ve çok içilen siyah ve yeşil çayın kendisi de bitki çayıdır ya, neyse) ıhlamur, adaçayı, kuşburnu, vs den usulüne göre hazırlanmış sıcak içecekler içilebilir. Meyveyi de, yemekten hemen sonra değil; ya yemekten biraz önce veya yemekten iki saat kadar sonra yemeyi alışkanlık haline getirmek, iyi olur. Hazmı uzun süren yemeklerin hemen ardından meyve yenilirse, meyve de o yemeklerle birlikte birkaç saat midede kalırken, hazım ürünü olarak kana karışması gereken şekerden, onun alkole dönüşmüş şekli meydana gelebilir ki; bazı insanlarda bu sebebe bağlanan siroz hastalığı vakalarına rastlanmıştır.

            Kur’an, en az kırk vecihle mûcizedir. Beşerî ilimler geliştikçe, Kur’an’ın bazı mûcizevî yönleri de yeni anlaşılmaktadır. Peygamberimiz (s.a.v.), et yemeğinin bütün yemeklerin başı olduğunu, Cennette de öyle olacağını bildirmesine rağmen, Kur’an’da yiyeceklerden bahis esnasında önce meyvelerden, sonra da diğer yiyeceklerden bahsedilmesi, yemeğe meyve ile başlanmasının gerektiği hususuna bugünkü tıbbın da kabul ve tasdik ettiği mûcizevî bir işaret ve ikaz da olabilir. Kur’an’da yiyeceklerden bahsedilirken, belki yukarıda bahsedildiği gibi bazı hikmetlerle, meyvelerden öncelikle bahsedilmesi mevzuuna, şu iki âyet meali misal olarak verilebilir:

“Arzulayıp seçecekleri meyveler ve canlarının çektiği kuş eti var.” (Vakıa Sûresi; 20-21)

“Cennette olanlara diledikleri meyve ve etten bol bol veririz.” (Tûr Sûresi; 22)

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Prof.Dr. Mustafa Nutku

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...