Pazartesi, 14 Eylül 2009 05:59

DİZ AĞRISI

DİZ AĞRISI

                                                                                                          Prof.Dr.Mustafa NUTKU

 

            Namaz kılmak için gittiğim camilerde, sandalye üzerinde namaz kılanların sayısının gittikçe arttığını görüyordum. Hattâ bazı camilerimizde en arkada –benzetmek gibi olmasın-kilisedeki gibi sıra halinde oturma yerleri bile vardı. Zaruret icabı, usulüne uyularak sandalyede oturarak da namaz kılınabilirdi; fakat bastonsuz yürüyerek camiye gelebilen, aralarında gençlerin de bulunabildiği, sayısı gün geçtikçe artan “sandalyede oturarak namaz kılanların” ne kadarı, bunu gerçek bir zaruretle yapmaktaydı?

            Helal gıda sertifikalandırmasıyla ilgili GİMDES Derneği’nin başkanıyla birlikte, 2008 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’yla işbirliği ve yardımlaşma imkânlarını görüşmek için İstanbul Müftüsünden randevu alıp ziyaretine gitmiştik. Randevuyla geldiğimiz halde, Müftü hiç yüzümüze bakmıyor, devamlı olarak önündeki kağıtlarla meşgul oluyor, sorularımıza ve söylediklerimize kısa cevaplar veriyor ve âdeta bir an önce gitmemizi ister gibi davranıyordu. Onun bu hali, hem hayretimi mucip olmuş ve hem de beni üzmüştü. Bu şekildeki bir ziyareti mümkün olduğu kadar kısa kesmek iyi olacaktı. Ancak, büyük zorlukla randevu alınabilen Müftü Efendi’yi makamında ziyaret edebilmek fırsatını elde edebilmişken, ayrılmadan doğrudan makamını ilgilendiren bir konuyu da açmak istedim: Bir cami cemaatinden olarak, camilerde sandalye üzerinde ve hatta camilerin içinde arka taraflarına koltuk sıraları yerleştirilerek onların üzerinde, ne derece zaruretle olduğu belli olmadan oturarak namaz kılanların gittikçe arttığını, Müftülük olarak bununla ilgili ne yapılabileceğini sordum.

            Müftü, o zamana kadarki pozisyonunu biraz değiştirip makamında hafifçe doğrularak ve ilk defa başını masasının üzerindeki kâğıtlardan kaldırır gibi yaparak,  pek nazik olmayan bir tavırla bana: “- Biz bu konuda gerekeni yapıyoruz, önleyemiyoruz; siz de üzerinize düşeni yapıyor musunuz?” dedi.

            Onun bu cevabı ve beni sorgulamasıyla, daha önceki hayretim biraz daha arttı ve:

            “- Siz, Müftülük olarak bu konuda gerekeni yaptığınızı ve netice alamadığınız söylüyorsunuz; bu konuda sizin gibi yetkisi olmayan cami cemaatinden biri bu durumu önlemekle ilgili ne yapabilir, zaruretsiz rahatı için de sandalyede kılanlar, cemaatten birisinin ona yetkisizce yapacağı ikazla o halini düzeltebilir mi?” dedim. 

            Aslında, Müftülük sandalyede namaz kılmaya hangi zaruret halleriyle cevaz verilebileceği, namazdaki hareketleri gerektiği gibi yapamayanların bunlara en yakın şekilde nasıl yapmaya çalışmaları hususunda cemaati eğitici vaazlar verdirebilir, cami girişlerine eğitici resimli afişler astırabilir, dergi, broşür ve kitap halinde cemaati eğitici neşriyat yapabilirdi. Fakat bunlar yapılmıyor ve bunun neticesinde de camilerde zarurî olsa da olmasa da, namazı sandalye veya oturma gurupları üzerinde kılan “Sandalyeli Müslümanlar”ın sayısı gün geçtikçe artıyordu.

            Ben, bu konuda namaz kılanların eğitilmesi ihtiyacını İstanbul Müftüsüne doğrudan söylemekle bir Müslüman olarak vazifemi yapmağa çalıştım. Bu ihtiyaçla ilgili gereğini yapmak da, Müftülüğün sorumluluğuydu. Fakat bu ziyaretimden sonraki bir yılda, Müftülüğün vazifesiyle ilgili sorumluluğunun kendisine ait olduğunu, benim ayrıca kendi vazifemle ilgili sorumluluğumun olabileceğini de kabul ederek, konuyla ilgili yaşayanların tecrübelerinden bazılarını, bu konuda merakı olanlara iletmeyi de uygun gördüm.

            Ağrı, tıbbî geniş bir konudur; onun üzerine ilmî kitaplar ve makaleler yazılmakta, üniversitelerin tıp fakültelerinde ilmî kongreler, sempozyumlar düzenlenmektedir. Ancak, halka dönük yeteri kadar bilgilendirme faaliyetlerinde de maalesef bulunulmamakta, bu hal halkın günlük hayatında, ibadetlerinde olumsuzluklara sebep olmaktadır. Ekserisi yaşlılar olmak üzere, çok kişi diz ağrısından muzdariptir ve bu konuda ne yapacağını bilmemektedir.           Diz ağrısı olanların bazıları, kaplıcaya gitmekle buna şifa aramaktadır. Bazıları da, kendileri için hakikaten gerekli olup olmadığını iyice araştırmadan, özel hastanelerin çoğundaki, ameliyat parası almak için ameliyat etmek hırslarının kurbanı olmaktadırlar. Bizzat yaşadığım bir olayda, diz ağrım için gittiğim bir özel hastanenin ortopedi mütehassısı, çok kısa bir muayenenin ardından çok iddialı bir şekilde: “- Teşhisimde hiç yanılmam. Siz de menisküs var. Hemen bir ameliyat günü verelim ve sizi ameliyat edelim; başka çaresi yok.” dedi.  Onun çok kısa bir muayeneyle kesin ameliyat teşhisi koyması ve bir özel hastanede oluşum, bana güven vermedi; yaşlı ve hasta annemin bakımıyla bizzat ilgilenmek mecburiyetim de vardı. Onun için, ameliyat sonrası normale dönüşümün ne kadar zaman alabileceğini sordum. Doktor: “- Onbeş gün koltuk değnekleriyle yürümek zorunda kalacaksınız.” dedi. İçim rahat etmedi; tanıdığım bir devlet hastanesindeki başka bir ortopedi mütehassısına gittim ve durumumu anlattım. O, beni uzun bir muayeneden geçirdikten sonra:

            “- Dizlerinizin menisküsle alâkası yok ve ameliyatı gerektiren bir durum kesinlikle mevcut değil.” dedi ve bana diz ağrıma karşı bazı hareketler yapmamı tavsiye etti.

            Benim bu yaşadığımın benzeri, hergün ülkemizde yüzlerce vaka yaşanmakta ve çok kişi, özel hastanelerde gereksiz yere para için ameliyat edilmektedir.

            Her hastalıkta olduğu gibi, diz ağrısında da her şeyden önce, şifayı verenin Allah (c.c.) olduğuna katî iman etmeğe çalışmak, daha sonra şifanın sebeplerine müracaat etmeğe çalışmak gerekir.  Bunun aksi durumda, “şirk kokusu” veya “hakikî şirk tehlikesi” vardır. 

            Nasrettin Hoca’ya izafe edilen fıkralardan birinde, Nasrettin Hoca’nın evinin damındaki kiremitleri aktarırken damdan düştüğü, etrafına toplanan komşularının kendisine hekim, “kırık-çıkıkçı” çağırmak ve başka teklif ve tavsiyelerde bulunmalarına cevaben, Nasrettin Hoca’nın o teklif ve tavsiyelerin hepsini reddedip: “- Bana daha önce benim gibi damdan düşmüş birini çağırın; benim halimden en iyi o anlar..” dediği anlatılır.  Bu Nasrettin Hoca fıkrasına atıfla, daha önce bir olayı yaşamış olanı kastederek; “Daha önce damdan düşmüş” deyimini kullanmak, dilimizde yerleşmiştir ve çok kullanılır.

            Doktorlarımızın bilgi, ihtisas ve tecrübelerine elbette hürmetim olmakla beraber, iftar davetine gittiğim bir diş hekimi dostumun daha önce diz ağrılarından çok muzdarip iken bundan kurtuluşu ile ilgili verdiği bilgilerden bazılarını, “daha önce damdan düşmüşün tavsiyeleri” olarak, “halen damdan düşmüş halde bulunanlara” kısaca aktarmak istiyorum: Bu diş hekimi arkadaşım, diz kapağının bulunması gereken yerde olmayışının da diz ağrılarına sebep olduğunu; buna karşı dizin üst kısmındaki bacak (halk dilinde baldır) adalelerini güçlendirmek gerektiğini söylemektedir. Bu maksatla tavsiye ettiği ve bizzat faydasını gördüğü basit hareketlerden bazıları ise şöyledir:

            1 - Ayağını bilekten geriye doğru iyice bükmüş halde, bacağını düz vaziyette mümkün olduğu kadar yukarı kaldırıp, mümkün olduğu kadar uzun süre o halde tutmağa çalışmak.

            Her ayağı için bunu ayrı ayrı, günde birkaç defa tekrarlamak.

            2 – Spor malzemesi satan mağazalardan, ayağa bağlanan 1-2 kg.lık kum torbalarından alıp ayağa bağladıktan sonra, oturduğu yerde bacaklarını dizinden büküp doğrultarak, ayağına bağlı kum torbasıyla kaldırıp indirmek hareketini, günde birkaç seans yapmak.

            3 – Diz egzersizlerinden sonra, dizine soğuk uygulamak (Buz torbası bağlamak gibi).

            4 – En mühimi de, Hac veya Umre için Kabe’yi tavafında 7 şavt (1 tavaf) boyunca ayni duayı tekrarlamak (Hastalar Risalesinin sonundaki dua, bu şekilde şifaya sebep olabilir).

            Konuyu kısaca özetlemek gerekirse; diz ağrılarının çoğunun sebebi, baldır adalelerinin güçsüz olup diz kapağını bulunması gereken yerde tutamayışından kaynaklanmaktadır.

            Önce Allah’a (.c.c.) imanını kuvvetlendirip O’nun “Şafi” (şifa veren) ismine tam iltica ettikten sonra, bacaklarının baldır adalelerini kuvvetlendiren hareketleri yapan –biiznillah- bu cinsten ağrılarından, bu ağrılarla namazının farzlarını tam eda edememek halinden ve namaz kılarken “Sandalye Müslümanı” olmaktan kurtulabilir.

             Tavsiye etmek bizden; niyet ve gayret etmek de, o cinsten ağrıların sahiplerinden…

Prof.Dr. Mustafa Nutku

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...