Salı, 15 Mart 2011 19:20

Modern Masallar

Televizyon daha evlerimizi işgal etmeden önce rahmetli babaannem bizlere Erzurum yöresi masalları anlatırdı. Hayal dünyamızı bu masallardaki kahramanlar kaplardı. Şimdi ise çocuklarımız daha çok Hollywood’un masalları ile büyüyor. Film kahramanları o temiz ve güzel duyguları şekillendiriyor, kendine benzetiyor.

Bir tanesi modern zamanların diğeri ise yüzyıllarca devam etmiş olan Anadolu efsanelerinin ürünü olan bu masalların birçok ortak yönü var. Hemen hemen hepsinde intikam, şehvet, hırs, insanları öldürme ve kral, sultan olmaya çalışmak ortak özellik. Değişen sadece zaman ve çevresel faktörler.

Bana anlatılan masalların esas oğlanı genellikle bir padişahın küçük oğlu olurdu. Esas kız ise bir ejderhanın eline esir düşmüş dünyalar güzeli bir kız olurdu. Kardeşlerinin hıyanetine uğrayan masal kahramanı ne yapar eder ejderhanın elinden kızı kurtarır fakat kötü niyetli ağabeyinin tuzağına düşerdi. Sonunda bütün düşmanlarını öldüren esas oğlan, kızı kurtararak sultan ve padişah olurdu.

Hollywood masallarında da kahramanların rolleri fazla değişmiyor. Sonunda film kahramanları en yakınları da dâhil olmak üzere bütün düşmanları öldürüyor ve dünyalar güzeli esas kıza kavuşuyor.

Ne yazık ki insan ruhundaki duygular, dini emirler altına girmeyince aynı bu masallarda olduğu gibi intikam, hırs, şehvet ve insan öldürmekten zevk alan bir canavara dönüşebiliyor. Eski olmuş yeni ve modern olmuş fark etmiyor. Kabil’in kardeşi Habil’e yaptığı gibi nefsinin eline esir düşen bir insan, öz kardeşini bile öldürebilecek bir vaziyete girebiliyor.

İşte Rabbimiz, bizleri terbiye etmek, nefis ve Şeytan’ın insanlıktan utandıracak derecede kötü tuzaklarından korunmak üzere Peygamberleri ve kutsal kitapları gönderiyor. Eğer onları dinler isek saygı duyulabilecek bir insan olabiliriz. Yok, eğer eski veya modern masalları dinler ve o masal kahramanlarına benzemeye çalışır isek bilin ki canavar ruhlu bir insan haline gelmişizdir.

Bakın; Rabbimiz Kuran’da insanları yaratılmışların en şereflisi olmak için nelere davet ediyor. Fussilet Suresinde mealen “Kötülüğe iyiliğin en güzeli ile karşılık ver. Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir” ve Al-i İmran Suresinde “O takva sahipleri, bollukta ve darlıkta bağışta bulunanlar, öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenlerdir”.  Teğabun Suresinde ise “Eğer onları affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, şüphesiz ki Allah da çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir” diye buyurmaktadır.

İslamiyet adı üzerinde selamet, emniyet ve barış dinidir. İslam’ı ortadan kaldırmak amacıyla kan dökülmedikçe savaş etmeye cevaz yoktur.  Bir Müslüman savaş için üzerine gelen düşmana karşı da teslim olmaz. Ona karşı dinini namusunu ve vatanını korumak için gerekirse canını seve seve verir. Bu uğurda ölmek sonsuz bir hayatta onurlu ve izzetli bir şekilde yaşamak için gereken bir şeydir.

Fakat intikam için şan, şöhret, hırs ve saltanat için insan öldürmek, varlıklar içinde en güzel bir şekilde yaratılmış olan insana yakışmaz. Ona verilen duygular; sevgi, barış ve mutluluğa âşıktır. Kan, öfke, hırs ve intikam amacı ile kullanıldığında insanı esfeli safilin adı verilen yaratılmışların düşeceği en alçak seviyeye kadar düşürür. Kendilerine verilen duyguları yanlış yerde kullananlar hesap günü geldiğinde “yaleyteni küntü turaba” yani keşke toprak olsaydık diyeceklerdir.

Bakın şecaat kahramanı Hazreti Ali, ne kadar güzel bir örnek olmuştur. Savaş meydanlarında geçen iki olayı anlatmak istiyorum.

Hayber kalesinin kapısı ki; 7 kişi onu ancak kaldırabilirdi, onu yerinden sökmüş kalkan gibi kullanarak savaşmıştı. Bu sayede Müslümanlara hıyanet ederek arkalarından hançerleyen Yahudilerin yenilmesinde büyük rol oynamıştı.

Yine aynı zat, bir başka savaşta bir düşman askerini yere atmış kılıcı ile tam öldüreceği anda, o kişi kendisine tükürmüş. O zaman Hazreti Ali, düşman askerini bırakmış, öldürmemiş esir etmiş. Asker sormuş “Neden beni kesmedin?”

Demiş ki; “Seni Allah için kesecektim” zira savaş meydanıdır, “fakat bana tükürdün; hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlâsım zedelendi. Onun için seni kesmedim”.

İşte bu davranış karşısında düşman askeri şunu demiştir “Madem dininiz bu derece safi ve halistir; o din haktır”.

İşte asırlardır İslamiyet’in dalga dalga yayılmasına ve insanlar üzerinde etki etmesine sebep olan duygu budur. Hafız-ı Şirazi’nin iki sözü ile yazımıza güzel bir son verelim.

“Dünya öyle bir meta değil ki, bir nizaa (kavgaya) değsin. Çünkü fanidir geçici olduğundan kıymetsizdir. Eğer koca dünya böyle ise küçük şeyleri varın siz hesap edin.

Yine diyor ki: “İki cihanın rahat ve selametini iki harf tefsir eder. Dostlarına karşı mürüvvetkarane muaşeret (güzelce ilişki kurmak) ve düşmanlarına sulhkarane muamele etmektir”, vesselam…

Vehbi Horasanlı

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...