Pazartesi, 25 Nisan 2022 12:16

LOZAN ve HİLAFET

Hep söylenir, Lozan Antlaşması’nın gizli maddeleri var, geçerlilik süresi 100 yıldır diye... Henüz bunları tüm ayrıntıları ile bilemiyoruz. Ama yaşananlara bakıldığı zaman doğruluk payının yüksek olduğu anlaşılıyor. Özellikle son yıllarda tarih bilincimiz giderek artıyor ve yakın tarihimize ışık tutacak analizler çeşitli yayın organlarında sıklıkla yapılıyor. Çok güzel tarih dergileri de neşrediliyor. Önümüzdeki dönemde zannımca yakın tarihimizin her yönü ile tekrar ele alındığı bir süreç başlayabilir hatta başladı da diyebiliriz. Gerçekten de millet olarak buna şiddetle ihtiyacımız var. Bugün yaşadıklarımızı o dönemi bilmeden değerlendiremeyiz.

Lozan, öncesi ve sonrası ile alakalı bir değerlendirme yapmadan önce kısa bir kronolojik sıralama yapalım ve tarihleri hafızamıza yazalım…

Burada dikkat çeken bir hususu arz etmek istiyorum. Bildiğiniz gibi Çanakkale Savaşı’nda İtilaf Devletleri Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti konumundaki İstanbul'u alarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmek, Rusya ile güvenli bir tarımsal ve askeri ticaret yolu açmak, Alman müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amaçları ile ilk hedef olarak Çanakkale Boğazı'na girmişlerdir. Ancak bilindiği gibi saldırıları başarısız olmuş ve geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Savaş sonucundan iki taraf da çok ağır kayıplar vermiştir.  Özellikle İtilaf Devletleri arasında ölen İngiliz askerlerinin sayısı oldukça fazla idi. Hatta bahriye nazırı olan Churchill bu başarısızlığın ardından istifa etmek zorunda kalacaktı.

Çok değil bu savaştan sadece 2 sene kadar sonra İstanbul 1 inci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile işgal edilmişti. 7 Kasım 1918'de işgal güçleri Çanakkale Boğazı’ndan geçti ve Osmanlı'nın başkenti İstanbul'a ulaştı. 13 Kasım 1918'de müttefiklerin 55 parçalık gemilerinden İstanbul'a 3500 asker çıkarıldı. İngiliz Albayı Muerpi İstanbul'a geldi. İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, bu güçleri takip etti. 465 yıllık başkente ilk kez yabancılar askeriyle giriyor, millet esaretle tanışıyordu. 2 sene önce binlerce kayıp veren İngilizler herhalde İstanbul’u artık kolay terk etmeyeceklerdi.

Tarihlere dikkat buyurun, Kurtuluş Savaşı’nın sona erdiği 1922 yılında bile henüz İstanbul işgal altındadır. Yunanlar İstiklal Savaşı sonunda İngiltere hükümetine kızacak, ”bize niçin sahip çıkmadınız, size inandık, Anadolu içlerine kadar gittik, hani neredesiniz” diye serzenişte bulunacaklardı. Gerçekten de ilginç bir şekilde İngilizler İstiklal Savaşı’na hiçbir şekilde müdahil olmayacaklardı.

Kurtuluş Savaşı sonunda 1 inci Lozan görüşmeleri 2,5 ay kadar sürüyor ve müzakereler çok sert geçiyor. Görüşmeler kopma noktasına defalarca geliyor. Necip Fazıl Kısakürek tarafından çıkarılan efsane dergi Büyük Doğu’nun 29 ncu sayısında yayınlanan enteresan bilgiler var. İlk görüşmeler 2,5 ay sonunda kopuyor ve bu süreçte Ankara’da kızılca kıyametler kopuyor. Çünkü bize İngiltere Devleti’nin hürriyet vermesi mümkün görünmüyor. İstedikleri de yenilir yutulur şeyler değil. Bu esnada bir anda İstanbul Hahambaşısı olan Yahudi Haim Naum peyda oluyor. Önce Amerika’dan icazet alıyor. Sonra İngiliz Heyetinin Başkanı Lord Curzon’a planını söylüyor. Hemen akabinde de Ankara’da çok gizli görüşmeler yapıyor. Kendisine bazı taahhütler veriliyor. Beklentisinin de üzerinde destek buluyor.

Haim Naum’un müthiş planı anlaşılıyor ki Masonluk hesabıyla Kur’an ahkâmını ortadan kaldırmak, milleti dinsiz yapmak, Osmanlı’yı geçmiş tüm bağlarından ebediyen koparmak. Amerika’da zemini hazırladıktan sonra İngiltere’ye geçmiş ve halis Yahudi olan Lord Curzon ile temas ederek şu teklifte bulunuyor; ‘Siz Türkiye’nin mülki tamamiyetini kabul edin, ben İslâmiyeti ve İslâmi temsilciliklerini onlara ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ederim.’

 Zaten: “İngiliz Murahhas heyeti reisi Lord Curzon da niyetini açıkça ifade etmişti. Diyordu ki: ‘Türkiye İslami alâkasını ve İslami temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa bizimle hulûs birliği etmiş olur. Hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini de kazanır. Biz de kendisine dilediğini veririz.”

 Dikkat buyurun iki temel istek.

 Türkiye’nin İslamiyet ile alakasının ve İslami temsil rolünün bitirilmesi…

 Artık mesele anlaşılmış oluyordu.  2’nci Lozan görüşmelerinde Haim Naum daima İsmet İnönü ile baş başa ve daima ikili görüşmeler yapıyorlar. Türkiye’ye gizli telgraflar çekiliyor. Ancak heyetin büyük çoğunluğunun konulardan haberi yok. Ayrıca bugün de anlıyoruz ki çekilen her telgraf önceden İngilizler tarafından deşifre ediliyor ve İngilizler neler konuşulacağını bilerek masaya oturuyorlar. Görüşmeler de 24 Temmuz 1923’de kolaylıkla sonuçlanacaktı ve İngilizler de anlaşılmaz bir şekilde (ya da gayet kolay anlaşıldığı gibi) 6 Ekim 1923’de İstanbul’u terk edeceklerdi. 7-8 yıl önce binlerce ölüsünü Çanakkale Boğazı’na döken İngilizler hiçbir zorlama olmadan 5 yıllık işgal süresini bitirecekti. Yakın tarihimizin de karanlık noktalarından birisidir. Bu işgal nasıl sonuçlanmıştır? Kayıtlarımızda adeta bu ayrıntı gizlidir. Ya da çok az bahsedilmiştir…

Yine tarihe dikkat edelim. Hilafet kaldırılmadan Birleşik krallık Lozan antlaşmasını imzalamıyor.

Üstat Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisinde yazdığı gibi: ‘Lozan Muahedesinden sonra İngiltere Avam Kamarası’nda Türklerin istiklâlini niçin tanıdınız’ diye yükselen itirazlara Lord Curzon’un verdiği cevap: ‘İşte asıl bundan sonradır ki Türkler bir daha eski savlet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz.’

Bizler Lozan Antlaşması ile neleri taahhüt ettik, bunu tam bilemiyoruz. Çünkü halen Lozan antlaşmasının gizli görünmez maddeleri var görünüyor. Ama sonraki süreçte yapılanlara bakınca göründüğü kadarı ile alınan kararlarda;

1.       Din öldürülecektir.

2.       İslamiyet ile olan bütün bağlar koparılacaktır.

3.       Hilafet kaldırılacaktır.

4.       Ayasofya ibadete kapatılacaktır.  Benzeri hükümlerin bulunduğu anlaşılmaktadır.

Bize bu şekilde bir elbise dikildi. Bu elbisenin sağlam kalması için de tüm kurumlar yeniden tasarlandı. Bu kurumlar görünüşte hükümetlerin icraat ve tasarruflarına bağlı görünmelerine rağmen asla kendi bildiklerinden şaşmadı. Asli vazifeleri bu elbisenin üzerimizde durmasını sağlamaktı. Bu elbiseden taşmamız istenmedi. Kim farklı bir elbise dikmeye çalıştı ise bir şekilde tasfiye edildi. Cumhuriyet döneminde bana göre bu elbiseyi beğenmeyenler ya da yeni bir elbise dikmeye çalışanlar kimlerdi derseniz; Adnan MENDERES, Turgut ÖZAL, Necmettin ERBAKAN ve Tayyip ERDOĞAN isimlerini sayabilirim.  İnşallah artık yeni bir elbise bir daha yırtılmayacak şekilde yeniden dikiliyor.

Üstat Said Nursi (RA) Risale-i Nur’da çok yerde kendisine ve yapılan hizmetlere yapılan zulümlerden bahisle “ucu dışarda, kendisi içerde gizli komite” diye bahseder.  Doğrusu gizli komitenin ne olduğunu anlamazdık.

Ben bugün inanıyorum ki, Adnan MENDERES’İ asan, Rahmetli Turgut Özal’ı (Allah-ü Âlem) öldüren, Necmettin Erbakan’ı istifa ettiren, 28 ŞUBAT post modern darbesini yapan, 27 NİSAN bildirisini yazan kuvvet kim ise bizi de TSK’dan bizleri tasfiye eden kuvvet aynı amaca hizmet ediyor. Bizler de bu elbiseyi eminim ki çok zorladık. Yoksa başımıza gelenlerin bir-iki kişi tarafından planlanıp uygulamaya alınan bir plan olduğunu düşünmek safdillik olur. Hiç unutmuyorum. 1996 yılında bir gün ATV TV’de Ali KIRCA’nın sunmuş olduğu haberde “TSK içinde 3500 civarında irticacı Subay –Astsubay olduğundan” bahisle, bunların tasfiye edileceğini ifade ediyordu. Demek ki böyle bir karar alınmıştı.

Ama en güzel planların yapıcısı ve uygulayıcısı Rabbimdir. O; yüz yıldır bizleri evirdi, çevirdi, bir kıvama getirdi. Eminim ki anlaşmayı yapan devletler de 100 yıllık sürenin artık bittiğini anlamaya başladılar, bu elbisenin daha fazla duramayacağını ve sürece engel de olamayacağını biliyorlar. Emperyal güçler her zamanki taktiğini devreye alıyor. Eğer engel olamıyorsa sürecin en azından kendi kontrollerinde olmasını arzu ederler. Bizim diktiğimiz elbiseye bu sefer şekil vermeye çalışıyorlar. Herhalde şu anda da bunun kavgası yapılıyor.

Ama bu sefer çare yok. Bu elbisenin kumaşı da tasarımı da bize ait olacak. Dünyanın yeniden adalet ile yönetilmesine ihtiyacı var.

Meseleye böyle bakılırsa durum değerlendirmesi daha bir anlam kazanır zannederim.

NOT: 2’nci Dünya Savaşı’ndan sonra Süper Güç olma özelliğini ABD’ye devreden İngiltere’nin muhtemel antlaşmaların takip görevini de aynı devlete devrettiğini hatırlatmak isterim.

 

 

Ekrem Ata

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...