İnternette çeşitli gruplardan gelen postaları okurken bir arkadaşım, dini içerikli yazı için şöyle demiş. Lütfen yazınızı “Osmanlıca “ yazmayınız çünkü bu tür yazıları anlayamıyorum.
Osmanlıca denilen şey de Risale-i Nur dan bir pasaj. Baktım nesini anlayamıyor diye. Cümlenin gelişinden çok kolaylıkla anlaşılabilecek bir iki kelime dışında kullanılan bütün kelimeler Türkçe. Anlaşılmayacak hiçbir şey yok. ilkokula gitmemiş çoban bile anlar. Peki, sorun nedir. Bazı insanlar niçin özellikle Risale-i Nur’u anlamadıklarını söylüyorlar?
Efendim, sorun “öztürkçeci” de denilen dilimize karşı suikast planlamış uydurukçacıların yıllardır yaptığı tahribat. Ne yazık ki kelli felli edebiyatçı ağabeylerimiz bu konu üzerinde yeterince durmadıkları için kandırılıyor adeta oltaya takılan balığa benziyoruz. Ben edebiyatçı değilim lakin bu konuda da büyük yanlışlıklar yapıldığını fark edebiliyorum. İşin doğrusunu ifade etmek için ne yazık ki yeterli çalışmalar yok.
Bir kere “Osmanlıca” diye bir dil yoktur. Bunu aynen “Güneş Dil Teorisini” uydurdukları gibi kafadan sallamışlar. Peki, Osmanlı devletinde hangi dil konuşulurdu?
Cevap; Devletin resmi dili de halkın çoğunluğunun kullandığı dil de Türkçeydi. Bu kadar basit.
Olsa olsa çeşitli bölgelerde kullanılan lehçeler söylenebilir. Fakat bunların tamamı da Türkçenin lehçeleridir. Çıkarılan fermanlar yazılan resmi yazılar hep Türkçe idi. Devlet kapısında derdini anlatabilmek için Türkçe konuşmak gerekiyordu lakin halk kendi anadilini konuşuyor eğitim ve öğretim yapabiliyordu. Yani şimdikinden daha ileri bir düzeyde bulunuyorduk. Zira anadilde konuşma ve eğitim hakkı en önemli insan haklarından bir tanesidir.
Yalnız şu Karamanoğlu Mehmet Bey, halka zorla Türkçe konuşmayı emretmiştir. Bu bölgede yaşayan zavallı Rumlar, Ortodoks kaldıkları halde zaman içerisinde Rumcayı unutarak tamamen Türkçe konuşmaya başladılar. Sonunda bunları mübadele adı verilen zorunlu tehcir ile Yunanistan’a gönderdik. Yunanlılarda zavallı kardeşlerimizi Türkiye’ye gönderdiler. Mübadele konusu bir hayli can yakıcı ve büyük bir insan hakkı ihlali olduğu için bu hamur çok su götürür; o yüzden sadede dönelim.
Şimdi gelelim Türkçe sorunumuza. Niçin yazılmış Türkçe kitapları okuyamıyoruz? Sadece Bediüzzaman’ın kitaplarını değil bir Namık Kemal’i dahi anlayamıyoruz, neden?
Çok kısa olarak ifade etmeye çalışırsak şu gerçekler önümüze çıkacaktır.
1. Dinimizi ortadan kaldırmak isteyenler önce dil konusuna el atmışlar. “Bu milletin dilini değiştirirsek yazılan bu kadar önemli eseri gençler anlayamaz ve biz de kendi materyalist düşüncelerimizi rahatlıkla empoze edebiliriz” diye düşünmüşler.
2. Maalesef büyük bir yıkım yapılarak beklide bin senedir kullandığımız alfabemiz ortadan kaldırılmıştır. Aynen Rusların diğer halklara yaptığı gibi yazılan milyonlarca eser bir anda okunamaz hale gelmiştir. Malumunuz Sovyet politikalarından bir tanesi defalarca alfabe değişikliği yaparak bütün inanç sistemlerini ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Bu sayede Komünizmi genç beyinlere rahatlıkla aşılama imkânı bulmuşlardır. Bizde de yapılan bundan farklı bir usul değildir.
3. Şu an kullandığımız alfabe Türkçe denilse de aslında Latin alfabesidir. Türkçeyle mürkçeyle alakası yoktur. Tamamen uydurmadır. Asıl alfabemiz şu “Osmanlıca “ adını verdikleri gerçek Türkçe alfabemizdir.
4. Kuran harflerinden meydana gelen Türkçe alfabemizin, denildiği gibi okuma ve öğrenme zorluğu yoktur. En kolay örneğini kendi yakınlarımdan verebilirim. Zira Latin harflerini okuyamadığı halde çok güzel kuran okuyan o kadar çok insan tanıyorum ki. Demek ki okuma zorluğu Latin harflerinde de var idi ki, bir türlü sökemediler.
Maddeleri uzatmak mümkün. Hatta bu konuda kitap bile yazılabilir. Fakat kısa keserek şu dini kitapları niçin okuyamıyoruz? Sorusuna dönelim.
Bunun en basit cevabı tembelliğimizdir. Zira din bir ilimdir. Her ilmin kendisine mahsus bir terminolojisi vardır. Matematik öğrenmek için toplama çarpma bölme vs. kelimeleri bilmek şarttır. Keza fizik eğitimi için yerçekimi, elektrik, basınç gibi kelimelerin anlamlarını bilmek zorunluluğu vardır. O halde dini eğitimimiz için farz, sünnet, hamd, şükür gibi kelimelerin anlamlarını bilmemiz gerekir.
Yok, ben bunların Türkçesini isterim diyorsanız zaten bu kelimeler Türkçeleşmişlerdir. Analarımız farz olan bir şeye başka bir kelime kullanmadılar ki. Veya sünnet için “Peygamber Efendimizin (asm) tavır ve hareketleri” demediler ki. Büyüklerimizden öğrendiğimiz bütün dini kelimeler dini terminolojiden alındığı gibi Türkçeleşmiştir. Ama “benim dinle alakam yok” diyen birisi için çok yabancı kelimeler olduğu açıktır.
Kuran, Arapça lisanı ile indirilmiştir. Dolayısı ile dini terminolojinin çok büyük bir kısmı Arapçadır. Ne yapıp edip Arapçayı değil ama dinimizle ilgili sayısı yüzü geçmeyen kelimeyi öğrenmek zorundayız. Yoksa dini kitapları okuyamaz, bön bön bakarız vesselam…