Çarşamba, 14 Mart 2012 08:39

Müslüman Nasıl Yaşamalı ?

Şuurlu bir İslam anlayışına kavuştuğumdan beri hep duyarım ve dillendiririm. Ashap gibi olmak…

İyi güzel de nasıl olunurdu Ashap gibi, nasıl yaşanırdı onlar gibi. İslam’ın cemaatlere göre, şahıslara göre yorumlandığı. Yüzlerce anlayışın hâkim olduğu ve benim anlayışıma sahip değilsen müspet hareket etmiyorsun diye insanları ötekileştiren birçok müslümanın ortaya çıktığı bu zamanda Müslüman nasıl yaşamalıydı.

İnsanların zanlarla yaşadığı, kendi cemaatinden olmadığı bir mazluma yardıma koşmadığı, kendisine göre bir kardeşini ikaz etmek için sözde gıybet etmediğini istişare ettiğini söyleyen ve aslında gıybetin en modern şeklinin yapıldığı bu zamanda nasıl yaşamalıydı Müslüman.

Kendisinin dar kalıplarında mahkûm olmuş ve o kalıplardan dışarıya çıkamamış bir İslami topluluğun dahi yaptıkları hizmeti göremeyecek kadar ön yargı ile bakan bir toplumda nasıl yaşamalıydı Müslüman.

On yıllarca Müslümanların aleyhinde olmuş, zındık’a komitesine önderlik etmiş, şimdilerde ise güç ve paranın Müslümanlara doğru kaydığını gören medya patronlarının yaptığı şakşakçılığı ve yaltaklığı izlemeye değer gören Müslümanların olduğu bir zamanda nasıl yaşamalıydı Müslüman.

Okuduğu eserlerde bir kardeşine karşı hoşgörüyü ve sevgiyi tavsiye eden fiil ve davranışları alması gerekirken bir başka kardeşini güya övmek maksadı ile bir diğerini “sivri dilli” diyerek yeren ve hakaret eden Müslümanların olduğu bir zamanda nasıl yaşamalıydı Müslüman.

Ben böyle bir ortamda müslümanın nasıl yaşaması gerektiğinin içinden kısır fehimimle çıkamadım. Bunu için en büyük mürşit Kuran-ı Kerime ve O Kuranın dellalı Peygamber Efendimiz (SAV) müracaat ettim. Bana manen dedi ki; Bana ve Allahın kitabına uy. Zaman ve mekân neyi gerektirirse, insanlar ne derse desin bana uy.

İyi de nasıl olacaktı bu. Bu hitap bana olduğu gibi herkese değil mi idi. Bu emir herkese söylenmiyor muydu? Söyleniyordu ama herkesin nasibi anlayışı kadardı. Ne anladığına bağlıydı. Yaşaması da ancak o kadar olabilirdi.

Müspet hareket kişiye zamana, cesarete, yüreğe bağlı değil mi idi. Korkak bir adam kılıç elde bir kaleye tek başı ile gidebilir miydi? Birden hatırıma geldi Osmanlı zamanında Dalkılıç denilen askerler vardı.

O askerler bir savaşta işler ters gittiğinde kılıçlarının kınlarını kırar atarlar ve düşman hatlarına bir daha dönmemek üzere dalarlardı. Bir daha dönmemek üzere. Onlar o dalışlarında avrat, hizmet, çocuk, vatan, arkadaş ve hatta ölüm dahi düşünmezlermiş. Onların tek düşünceleri o savaşın kaderini değiştirecek vazifeyi, yapmak.

Şimdi sen dalkılıç olamayana; Dalkılıçlık nedir? Nasıl yapılır? Nasıl yaşanır? Diye anlatabilir misin? Dalkılıç olamayan dalkılıç’ın ruh halini anlayabilir mi? Dalkılıç olamayanlar dalkılıçlara hep fevri ve aceleci hareket ettiler boşu boşuna ölüme gittiler demezler mi, demediler mi?

İşte Müslüman bu zamanda gücü nispetinde kitaba ve sünnete uyarak yaşamalı. Şimdi zamanı değillerle uğraşmamalı. Gücü, mesaisi, ihlâsı elverdiği ölçüde İslam’ın her bir rüknünü yerine getirmeye gayret etmeli.

Bu zamanda yüzlerce içtihat var. Yarın şeriat-ı Muhammedi’ye geldiğinde herkesin namaz kıldığı, sarıkla ve sakalla sokaklara çıkabildiği, kadınların çarşafı rahatlıkla giydiği zamanda bir Müslüman erkeğin sarık sarmasının, sakal bırakmasının, Müslüman bir kadının çarşaf giymesinin kıymeti bugün kü kadar olamayacaktır elbet. Bugün nasıl yüz şehit sevabından bahsediliyorsa yarın bu sevap bir anda sadece tesettür sevabına inecektir.

Evde sofraya tuzla başlama sünneti değil elbet, müslüman’ın canını, kanını ortaya koyması gereken sünnet. Asıl uyulması gereken, canını, kanını feda etmesi gereken sünnet, şeairi islamiyeye dair olan sünnetlerdir. Onlarda; Ezan, sarık, sakal, çarşaf gibi sünnetlerdir. Ne mutlu yapanlara. Ne mutlu yapamayan ama kalbi dua ile destek olanlara.

İşte Müslüman “eli ile, dili ile kalbi ile düzeltmelidir” hadisi şerifini uygulayarak yaşamalı. Yani Müslüman gücü nispetinde şeairi islamiyeye taalluk eden sünnetleri bil fiil uygulayarak yaşamalı. Buna gücü yetmiyorsa yaşayanları desteklemeli, ona da gücü yetmiyorsa kalbi dua etmeli. Dua etmeyi de beceremiyorsa hiç olmazsa bu sünnetleri yerine getirenlere buğz etmeyi bırakarak dilini, kalbini ve ruhunu sahili selamete çıkarmaya çalışmalıdır.

Müslüman bunları yaparken de sadece Allah’ını ve onun Peygamberini (SAV) düşünmeli diğer her türlü muzır manileri teferruat olarak görmeli ve meşgul olmamalıdır. Çünkü onlarla meşguliyet asli vazifesine zarar verebilir.

Hamza Eroğlu

25.02.2012

Hamza Eroğlu

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...