Salı, 07 Ocak 2014 12:16

Cemaatin Işığında Bugünü Anlamak

12 Eylül öncesi Sanayi Bakanlığı Müsteşarlığı yapmış ve halen ülkemizin geleceğinin inşasına katkı sağlamak için ilerleyen yaşına rağmen durmadan dinlenmeden çalışan bir büyüğümüzle sohbet ediyorum.

Gündemde olan cemaat ve iktidar meselesini konuşuyoruz. Bir an derin düşüncelere dalıyor. Gözleri sabit bir yerlere bakıyor adeta. Derken bak yavrum diye söze devam ediyor;

“Sanırım 1978 yılları idi. Rahmetli Özal bana geldi ve Erbakan Hocaya söyleyin böyle aşırıya gitmesin. Biz ABD’nin müsaadesi olmadan hiç bir şey yapamayız. Koalisyonu dağıtacaklar…

Tabii bu konuşmayı yaptığımız dönemde CIA ajanlarının Türkiye’de Milli Selamet Partisinin hareketinin güçlendiği ve bu hareketin karşısında ılımlı bir İslam modelinin devreye sokularak tedbir alınması lazım geldiği yönünde raporlar düzenledikleri duyumlarını alıyorduk.

Turgut Özal ABD siz bir yönetim olmayacağına tam inanmıştı. Nitekim onu Başbakanlık Müsteşarı yaptılar. Hedef Aslında ılımlı bir model olan ANAP’ı ortaya çıkarmaktı ve nitekim öyle oldu.

Aile görüntüsü itibari ile İslami bir modeli göstermiyordu ve yumuşak bir geçişe yani ılımlı İslam modeline uygundu.

Böylece İhtilal hükümetiyle de çalışan Özal, seçim sürecinde kurulan ANAP’ın başına geldi. Ve tek başına iktidar oldu. O dönemde Milli Eğitim Bakanı olan Vehbi Dinçerler benim arkadaşımdı. Bana şu itirafta bulundu; ağabey, aldığımız kararların ancak yüzde otuzu bize ait.

Bu da Özal’ın yıllar önce bana ifade etmiş olduğu bir gerçeği doğruluyordu. Ancak rahmetli Özal bunun farkına vardı ve kendisine yeni bir yol çizdi. Bu yolda ABD yoktu.

Bunun üzerine onu Cumhurbaşkanlığı gibi pasif bir göreve çıkarıp bir nevi kukla gibi olarak bir Başbakanı partinin başına getirerek ANAP’ı bitirmiş oldular.

İşte Başbakan Erdoğan da Rahmetli Erbakan ve Özal gibi tek başına bir ideal peşinde olan yalnız ülkesini değil İslam Âlemini de düşünen bir lider konumuna geldi.”

Sohbetimiz buradan farklı alanlara kaydı. Gerçi bu sohbet her şeyi net olarak ortaya koyuyor. Ancak ben buradan günümüz meselelerini anlamak için bir pencere açmak istiyorum.

Belli bir güç elde edinceye kadar emperyalizmin ya da siyonizm’in istek ve taleplerinin ülkesinin ve İslam coğrafyasının ne hale soktuğunu gören ve vicdanı sönmemiş hiçbir devlet başkanı bu bağımlılığa sonuna kadar teslim olmaz.

Bir gün mutlaka bu teslimiyetten hürriyete yürüme fırsatını hep kollayacaktır. İşte biz bunu tarihe “one minute” olarak geçen meşhur televizyon programında net olarak gördük. Elbette o gün bunu gören sadece bizler değildik.

Geçmişte Bulgaristan’da ASALA yöneticilerini kendi elleri ile bizim istihbaratçılara teslim edenler, PKK’yı kurdu ya da kurdurdu.

Yine aynı taraf APO’yu bize teslim etti, Ergenekon ve Balyoz belgelerini birileri vasıtası ile servis etti, hatta 12 Eylül ortaklarını bile gözden çıkardılar.

Bu demektir ki ortaklarından boşalttıkları yerlere birilerini yerleştireceklerdi.

Burada düşünmemiz gereken bu ortağın kim olabileceğidir. Bunu da anlamak zor değil. O da Sanayi Bakanlığı Müsteşarımızın sözlerinde gizli: “Ilımlı İslam Modeli”

İslam Âleminin bir kurtarıcıyı beklediği, başsız kalan İslam coğrafyasının her ortam ve fırsatta Türkiye’den giden STK’lara “Osmanlıyı ne zaman canlandıracaksınız?” diye bir liderlik özlemini ifade ettiği ortamda emperyalizmin ve siyonizm’in kontrolünde bir lider ve halife…

Bütün İslam âlemini kontrol etmektense bir kişiyi kontrol etmek daha kolaydı.

Elbette ümmetin sahibinin müjdelediği Mehdiyet hareketi çok büyük projeydi. Böyle büyük bir projenin karşısında da basit bir projeyle mücadele edilmesini beklemek kesinlikle saflıktan öte bir şeydir…

Bu projenin gerçekleşmemesi için akla hayale gelmeyecek yollara başvurabileceklerinden emin olabiliriz, Başbakanı öldürmek de dâhil. Ancak buna Rabbim izin verir mi, bilemem. Dolayısı ile bize düşen havada uçan kuşa bakmak değil, yerdeki tehlike ile meşgul olmaktır.

Müslüman saf olmamalı. Bugüne kadar çok sarı öküz verdik. Artık dikkat edeceğiz. İslam’da rüşvetin olmadığını hırsızlığın olmadığını bize ne emperyalistler, ne siyonistler, ne de içinde yaşadığımız rejim söyleme hakkına sahip değildir.

Bu adamlar kasıtlı olarak kardeşlerinizi sizin önünüze rüşvetle, kadınla ya da yüz kızartıcı bir suçla atabilirler. Sakın o işlerle meşgul olmayın. Bizim vazifemiz o değil. Biz setretmekle vazifeliyiz. Yargılayacak ya da bağışlayacak ancak Allah Teâlâ’dır.

Ha unutmadan bir mesele daha var. Müminler ancak kardeştir. Doğru. Ancak;

Müminlerin birlik ve dirliğini bozanlar… Bilerek ya da bilmeyerek İslam’a, ümmete zarar verenler hangi kategoride olmamalılar.

Bu meseleyi evhama düşmeden değerlendirmek zorundayız. Böylece şeytanın tuzağına düşme riskini ortadan kaldırmayı başarmış olmaz mıyız?

İslam’ın hükmünü çiğneyen Peygamber Efendimizin (sav) kızı olsa hüküm kesinlikle uygulanacaktı. Asla tereddüt etmeyiniz. Bu adamlar artık kendi silahları ile bizimle savaşmıyorlar maalesef içimizden bizi parçalıyorlar. Belki de tarihte eşi görülmemiş bir fitne ile karşı karşıyayız. Dikkatli olmak zorundayız.

Boşuna dememişler; “Ahmak dostum olacağına akıllı düşmanım olsun.”

04.01.2014

Hamza Eroğlu

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...