Pazartesi, 21 Temmuz 2014 12:50

Büyük Dinin Küçük Kafalı Müslümanları

Allah Resulü insanlık âlemine örnek olarak gönderilmiştir. Bu örneklik içerisinde en mucizevi örnek evvela insan ve kul olmasıdır. Allah’ın emirlerini ve yasaklarını tebliğ ettiği kulları gibi yer içer, terler yorulur. Rızkı için çalışmak zorundadır. Aç kalır. Anasız babasız kalır. Kardeşleri yoktur. Hayatta tutunacak bir dalı yoktur. Hüzünlenir, mutlu olur. Güler ve ağlar. Biz ise ümmet olarak bu durumdan ziyade Allah Resulünün Miraca çıkışını, Allah ile görüşmesini, hayatta iken cennet ve cehennemi görmesini öncelikli olarak örnek alırız kendimize. Ayı ikiye bölmesini konuşuruz. Hal böyle olunca da farkında olmadan insanüstü bir hali anlatır ve ulaşılamaz bir peygamber oluştururuz zihnimizde. Hâlbuki Allah Resulüne tebliğ emri geldikten 6 yıl sonrasına kadar oldukça yalnız ve garip idi. Hatta hicrete kadar mahzunluğu ve horlanışı bir zerre eksilmedi. Rızkı için çalışırdı. Toprakla hayvanlarla haşir neşir olurdu. Her şeyden önemlisi tek başına İslam’ı yaygınlaştırmak için çalışır ve çabalardı. Akrabalarından, yakınlarından ayrılmak zorunda kalmıştı. Kendisi ile ticaret dahi yapılmaz olmuştu. Günümüz anlayışıyla tam bir ambargoya maruz kalmıştı. Hem de ne ambargo... Tüm bunlara rağmen İslam’ı tebliğde ve yaşamakta bir an dahi tereddüt etmemiş, zamana ve zemine göre, çevreye göre hareket etmemişti. Sonuçlarını düşünerek hareket etmemişti. Bildiği yolda dosdoğru ilerlemiş ve bugünkü İslam toplumunun oluşmasını sağlamıştı. Hedefini asla bir kişi ile sınırlamamıştı. Daha o anlarda İslam Devletine inanmış ve hedeflemişti. İnsan ilişkilerinde, girdiği savaşlarda asla küçük düşünmemiş aksine büyük düşünmüştü. Hendek'te esir kalan müşriklerin on mümine okuma yazma öğretmesi karşılığında onları serbest bırakması bu büyük düşüncesinin bir eseriydi. O yüzdendir ki çok kısa bir sürede İslam yüceldi. Bir anda Arap yarımadasına sonrasında Avrupa'dan Çin'e kadar uzanan toprak parçasına hâkim oldu. Peki bugün gelinen nokta neyin göstergesiydi? Böylesine büyük bir dava neden küçüldü ve Dünya Müslümanları her yerde horlanan, sömürülen ve zulme uğrayan bir toplum haline geldi? Son İslam devleti Osmanlı'nın yıkılma nedenlerini hafızamızda anımsayarak geride bırakalım. Bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda Müslümanların ayağa kalkmak için zirveyi hedefleyemediğini ve bir sihirli değneğe ihtiyaç hissettiklerini görüyoruz. İslam'ın fiilen olmasa da çıkarılan kanun ve inkılaplarla yasaklanmasının ardında sinen, kabuğuna çekilen Müslüman Peygamberini örnek alamadı. Onun yaşantısını hayatına tatbik etmede zamanla yarıştı. Zamanı gelmediği gerekçesi ile harekete geçemedi. Hep uygun ortamı aradı. Uygun ortamı bulamayınca da kendisine dayatılan hayat felsefesini yaşamaya başladı. Yeni gelen nesil ise babalarının yaşantısını İslam içinden bir cüz olarak gördü ve bildi. Sünneti Resululah'a yönelirken tuzla yemeğe başlamayı, sofradan önce elleri yıkamayı, sol ayakla helaya girmeyi ve sağ ayakla çıkmayı tereddütsüz tatbik etti. Bunları yaparken sözüm ona çağdaş yemek davetlerinde modernizm gereği sol elle yemek yemeyi de ihmal etmedi. Görgüsüz damgasını yemekten endişe etti ama sünneti terk etmekten zül duymadı. Ferdi olarak sünneti hayatına tatbik ederek teselli buldu. Toplumsal hareketliliği sağlayacak şiar sünnetleri tatbik etmekten kaçındı. Devletin kanunları ile yasaklanmadığı halde Cuma günü iş yerini kapatan esnafı ayıpladı. Sünneti Resululla'a uygun giyinmek isteyen ümmeti zamanı değil diyerek provokatör olmakla suçladı. Eksikte olsa bir iki sünneti yerine getirdiği için işten atılan insanları tedbir almamakla suçladı. Bilakis akıllı olsaydı, diyerek toplum içinde yalnızlaştırdı. Tavuktan kurban olur tartışmalarıyla gündem belirledi. Cihad anlayışını unutturdu. Misvak kullanmayı temizliğe indirgeyerek eleştirilmesini sağladı. Müslümana Dünya'yı Yahudinin idare ettiği anlatıldı. Ticareti bile Yahudilerden öğrenirken bu dinin Peygamberinin tüccar olduğu unutturuldu. Toplum içerisinde İslam'ın bir rüknünü ilan eden anında ötekileştirildi. Ve cemaat hizmet anlayışı içerisine gömüldü. Pasif, üretken olmayan, cihad anlayışından uzak bir İslam toplumu hedeflendi. Anlaşılması güç bu durum karşısında İsrail Gazze'ye bomba yağdırırken biz sadece dua edebildik. Yapılan bu zulüm karşısında eylemsel bir harekete geçemedik. Biz eyleme geçemedikçe Yahudi de cesaret aldı ve vurdukça vurdu. Üç beş tane ideal Müslüman ise sokaklara çıktı ama nafile... Uyuşmuş, zamanı değillerle yoğrulmuş, geleceğinden ve sonundan endişe eden bir toplumu harekete geçirmek mümkün değildi. Cihadı savaş meydanlarında kafa kol kesmek olarak düşünen Müslüman maalesef büyük dinin küçük kafalı Müslümanı oldu. Sofrasına koymaması gereken Yahudi ve gayri Müslim mallarını kullanmamanın cihad olabileceğini düşünemedi. Bugün Müslümanların içinde bulunduğu durumun iyileştirilmesi ancak havlu atmayan, pes etmeyen, düşünen Müslümanlar vasıtası ile olabilecektir. Hedefine İslam hâkimiyetini almış, İslam için her şeyini feda edebilen Müslüman küçük ve bayağı meselelerle meşgul olmaz. Nihai hedefine doğru ilerlerken taşa değen ayağının acısını hissetmez. İşsiz kalmak, aç kalmak, yorulmak, toplumdan dışlanmak Müslümanı hedefinden alıkoymamalı. İslam'ın ihyası için hiçbir şeyin zamanı beklenmemeli. Gerçekte bir insan hazır olduğu an o zamanı yakalamış demektir. Başarılamayacak üstesinden gelinemeyecek sorun yoktur. Sorun hangi işi kimin yapacağındadır. Birimizin yapamadığı bir sünneti başkası yapıyorsa onun yanında olmalı ve bizde onun üstesinden gelemediği sünneti yapmaya gayret etmeliyiz. Çünkü İslam büyük işlerin, büyük olayların, büyük gelişmelerin sonucudur. Büyük düşünmekle tali meselelerde boğulmaz insan. Ana meseleler varken tali meselelerle uğraşan Müslüman hayatı daraltır. Bugün Müslümanların hayatı, namusları ve malları talan ediliyor. Önümüzde böyle büyük bir mesele varken Müslüman detaylarla, ayrıntı ile zamanı değillerle uğraşmaz. İslâmın evrensel bir din olmasının karşısında şimdi sırası değil cümlesini asla kurmaz. Bir öğretmenin ilkokul talebesi öğrencilerine yaptığı bir testle mevzumuzu sonlandırmak istiyorum. Öğretmen sınıfa girer ve öğrencilere hitaben; hepiniz hayatta yapmaktan korktuklarınızı sırayla bir kâğıda yazın der. Öğrenciler yapmaktan korktukları yapamayacaklarını düşündüklerini heyecanla kâğıda yazarlar. Hepsini elinde toplayan öğretmen öğrencilerine hadi hep beraber bahçeye çıkalım ve bir mezar kazalım der. Öğrenciler şaşkın bahçeye çıkarlar ve bir mezar kazarlar. Öğretmenleri az önce derste öğrencilerin yazdıkları kâğıtların hepsini mezara atar ve gömün der. Hep beraber bu yazılanları gömdükten sonra öğretmen can alıcı dersini verir; "Çocuklar işte yapamadıklarınızı mezara gömdüm şimdi her şeyi yapabilirsiniz" der. Evet, Müslümanın yapamayacağı başaramayacağı bir iş yoktur. Üstesinden gelemeyeceği dert yoktur. Müslüman olsa olsa bir süreliğine imtihan olur. Haydi hep beraber gösterelim bu imtihandan yüz aldığımızı. 15.07.2014
Son Düzenlenme Pazartesi, 21 Temmuz 2014 15:26
Ersan Ergür

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...