Cumartesi, 17 Kasım 2012 10:01

Muma Üflemek,

Bir zamanlar adına sihirli kutu denilen televizyonda bir haber kanalında gördüm. “90'lık dedeye camide doğum günü partisi yapıldı.”

                Bir kentimizin bir beldesinde yapılan bu partiyi caminin en yaşlı müdavimlerinden nur yüzlü bir hacı amcamız için düzenlemişler. Gayet güzel ve samimi bir ortam. Cemaatin bir nevi vefa borcunu ödüyorlar. Hayatında ilk kez bir doğum günü kutlayan bu amcamıza birde pasta yaptırmışlar.

                Buraya kadar her şey normal. Pasta içeri geliyor. Ve üzerinde   yanan mumlar. Yaşlı amcamıza sesleniyorlar; “Hadi üfle de mumları söndür.” Ne kadar masumane bir mutluluk fotoğrafı. Niyet aslında gayet masumane. Yılların çınarına bir vefa borcu ödeniyor. Onu mutlu kılınarak iyi bir amel işleniyor.

                İslam’ın içinde olmayan, gelenek ve göreneklerimiz de dahi olmayan bir husus. Muma üflemek. Tamamen Hıristiyan âdeti. Daha Peygamberimiz "Aleyhisselatü Vesselam" Efendimizin doğum günü kutlayıp kutlamadığını sorgulamıyorum. Sadece “Muma Üflemeyi” dikkate alıyorum. Peki, İslam da olmayan bu kutlama tarzı nerede yapılıyor? İslam’ın ibadet mekânı Cami de.

                Üstelikte bu kutlamayı güzel bir dayanışma haberi olarak özellikle müminlerin izlediği bir TV kanalı da haber olarak veriyor. Böylece gövdenin içinde ki kurttan habersiz dinliyor bütün Ümmet. İslam’ın hayat damarlarının koparıldığı bu memlekette, İslam’ın gerçek manada ki temel değerlerinden yoksun yetişen nesil bu dayanışma haberini büyük bir özenle izliyor. Geleceğin genç nesilleri bu haberden neler anlıyor acaba.

                Mum söndürme şeklinde doğum günü partisi yerleşiyor, bu neslin dimağında. Evet, bu hadise göstermektedir ki geçmişte Allah’ın dininin tüm insanlığa yerleşmesi için mücadele edenler ızdırap içerisinde izlemektedirler bu ve benzeri hadiseleri. Bu hadisenin daha iyi anlaşılabilmesi için Aşağıdaki sözlere dikkatinizi çekmek istiyorum.

"Bana ızdırap veren, yalnız İslâm'ın maruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder.

Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, iman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım, yegâne ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeğe bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da, iman kalesinin istikbali selâmette olsa!” diyor Bediüzzaman.

                Evet, ne kadar yerinde ve iman dolu sözler bunlar. Bu sözlerden de anlaşıldığı üzere kurt gövdenin tam içine yerleşmiş. Cemiyet ve toplum bu tehlikeyi maalesef sezemiyor. Yoksa sezmek mi? İstemiyor. Böylece cemiyet körleşmeye başlıyor. Demek körleşme başlayınca İman kalesi de tehlikeye girmekte.

                Kendi kendimize sormamız gereken önemli bir sual. Kendimize rehber aldığımız tüm önderlerimiz İman kurtarmak için mücadeleye girmişken biz nasıl olurda bu İman kurtarma mücadelesini kendi şuursuzluğumuzla tehlikeye atarız.

                O zaman İslam davasında nerede yer almış oluruz. Bu haberleri övgüyle vermek ya da izlemek yerine, aslında şiddetle karşı çıkarak terkedilmeleri yönünde çalışmamız gerekmez mi? Yoksa burada da mı? İleri gittik. İslam bu kadar kısıtlayıcı ve itici değil midir? Demek gerekiyor. Her şeyde olduğu gibi bu ve benzeri konularda da hoş görülü ve anlayışlı mı? Olmak lazım.

                Yoksa Bediüzzaman ve diğer İslam âlimleri  çok mu ileri gitti. Kaldıramayacağımız ya da zamanı gelmeyen bir mücadele tarzını mı yükledi? Omuzlarımıza. Elbette hayır. O, “din kemale ermiştir.” Manasını kendisine rehber almış ve olması gerekenleri zamana ve mekâna göre düzenlemeden yola çıkmıştır.

                Allah’ın dinini yüceltecek olanlar tavizsiz ve ihlas ile bu yola baş koyanlar olacaktır. Zamana, zemine ve olaylara göre yaşayanlar hak davasında bir mesafe alamazlar. Dolayısıyla bir çocuğun oyuncakları ile eğlenmesi misali bu ahiret tarlasında eğlenceden ibaret bir hayat sürerler.

                Dünyamıza baktığımız zaman onlarca fraksiyon görmekteyiz. Her bir fraksiyon kendi hizmet anlayışının gerçek manada vuslata vesile olacağını düşünmekte. Peki, onlarca fraksiyon mutlak doğru olamayacağına göre; “Acaba biz yanlışta olabilir miyiz?” Sualine kendi kendilerini neden muhatap almak istemiyorlar. Sanırım bu kişinin kendi nefsini yüceltmesinin altında yatmakta. Hem dünya zevklerinden mahrum kalmayacak ve hem de Allah rızası yolunda ilerleyecek.

                Bizden önceki nesillerin helakete sürüklenmesinin temellerinden biride “Acaba insanlar ve toplum ne derler” değil miydi? Biz dinimizi; toplumun İslam’dan soğumasını, İslam’ın insanlara sevdirilmesini, çocuklara şirin gösterilmesini değil, Allah'ın emir ve yasaklarının bilfiil uygulanmasını dikkate alarak yaşamalıyız.

                Eğer şirin gözükmek ya da insanlara sevdirmek önde olsa idi Peygamber Efendimiz “Aleyhissalatü Vesselam” amcasına sevdirmek için çaba harcamaz mıydı? Allah ayeti kerimede yoruma ihtiyaç bırakmadan “Hidayet ancak bendendir.” Demiyor mu?

                Evet, biz insanlık âleminde birer sürü değiliz. Sürü başı uçurumdan aşağı düşse de koyunlar gibi körü körüne kendimizi o uçurumdan aşağı bırakmayız. Allah bizleri fert fert yargılayacaktır. Bizleri sadece bağlı bulunduğumuz Üstatlar ile yargılayacak değildir. Demek kişi kendi amel defterini kendi akıl ve iman gücü ile dolduracaktır. Bu din, bir insan bir işe; “Bu hizmet içindir” dediğinde ona körü körüne bağlanmayan, sürü psikolojisinden uzak gerçek manada Allah’a ve Resulüne teslim olan insanlar sayesinde yücelecektir.

                İslam’a hizmet ancak Allah’ın emir ve yasaklarına mutlak uymak ile olur. Yoksa o emir ve yasakları yumuşatarak, bir yerlere şirin göstermeye çalışarak ya da Allah'tan daha fazla bir iştiyak ile insanlara sevdirmeye çalışarak olmayacaktır. İdam sehpasında bile taviz vermeyen yürekler bir gün muhakkak zafere ulaşacaklardır.

                Allah bizleri gerçek manada rızasına erenlerden eylesin inşallah.

                Sağlıcakla kalınız sevgili dostlar…

Son Düzenlenme Cumartesi, 17 Kasım 2012 10:04
Hamza Eroğlu

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...