25 Kasım 2012 Pazar günü ASDER Genel Kurulu bence başarılı olarak icra edildi. Yeni Genel Başkanımız seçildi. Yönetim kurulu sayısı 7 den 12 ye çıkarıldı.
Katılımcıların tamamı pozitif katkı ile orada yer aldılar. Geleceğe dönük yapılması gereken bir çok hedef konuldu. Özellikle Kararname Mağduru arkadaşlarımızın hak arama mücadelesine katkı sağlanması için yapılması gerekenler net bir şekilde ortaya konuldu.
ADAMDER ve REDER’in yapacağı hak arama mücadelesinde onlara destek olunması gerektiği vurgulandı ve noksansız kabul gördü. Elbette ASDER’in kuruluşundan itibaren YAŞ kararı ile TSK’ den ilişiği kesilen personelin kurduğu bir dernek olarak algılanmasının ve bu mücadelede içimizde bulunan kararname mağdurlarının da YAŞ kararları ile ayrılmış oldukları algısının kamuoyunda yerleşmiş olmasının başlangıçtaki yasa için beklenmedik bir sonucun doğmasına sebep olduğu anlatıldı.
Gerçekten bende kararname mağduru arkadaşlarımızla bir toplantıya katıldığımızda şahit oldum ki; ayrım olmaksızın hep YAŞ kararları konuşuldu. Kararname konusu hiç gündeme gelmemişti. Ancak gelişmelerin nasıl olduğuna bakılmaksızın hak mahrumu silah arkadaşlarımızın hakkı alınmadan bu mücadeleden bir adım dahi geri atılmayacağı vurgulandı.
Diğer konular bilindiği üzere gündem gereği görüşüldü. Ancak 22 Kasım 2009 da olduğu gibi bu genel kurulda da gördüğüm bir hususu yine bir önceki Genel kurul değerlendirmelerini de birleştirerek yeniden dillendirmek istiyorum.
Genel Kurul salonuna aynı kaderi paylaşmış aynı zulme maruz kalmış kardeşlerimizin göstermiş olduğu ilgi eksikliğine dikkat çekmek istiyorum. Asrısaadette ashabın zulüm karşısında dimdik ayakta kalmasının tek sebebi vardı oda uhuvvet karene birlikte hareket etmeleriydi. Şimdi ahir zamanda her kesimin insanı ihlâstan bahsederek ihlâsın en üst seviyede yaşanmasına gayret ediyor. Ama sadece kendi daireleri içerisinde... İslam bir bütündür. Cemaatleşerek hareket etmek muzafferiyeti geciktirmekten başka bir sonuç doğurmaz. Ümmetin farklılığının bereketinden maksat bugünkü anlayış değildir.
Yani sen cemaatinin merkezini kastederek otobüs firmasının üzerine hayatın kalbine götürür diye yazamazsın. O zaman ihlâs değil nifakı elde etmiş olursun. Elbette kalbe ruha hitap eden kitap ve tarikler olacaktır. Bunları ret ve inkâr etmek mümkün değildir. Siz kalbi coşan birine otur sesini çıkarmadan Allah’ı zikret derseniz onu zincire bağlamış olursunuz. Onun ilacı coşmaktır. Hakkı haykırmaktır. Sana göre hayatın kalbi orası ise bir başkasına göre hayatın kalbi tam zıt bir memleket olabilir. İslam için hayatın kalbi olan tek memleket vardır oda Mescid-i Haram’dır. Ümmet olmak bunu gerektirir.
Siz İslami hizmet anlayışınıza göre bir yol izleyebilirsiniz. Ancak hayat ile mücadele; cemaati aşmayı, ümmete yönelmeyi gerektirir. Birçok arkadaşıma bakıyorum dernekçilik anlamında uzak durmaya devam ediyorlar. Ama hukuk mücadelesini veya sosyal aktivite anlamında sesimizin duyurulmasında ASDER den hizmet bekliyorlar. İyi güzel hoşta bu sadece üç beş arkadaşımızla olacak bir iş değildir. Topyekûn bir katılımla olması gereken bir faaliyettir. Hz. İbrahim (A.S)’in atıldığı ateşe bir damlacık su götüren karıncaya “tesirin ne ola ki?” diye sorulunca hiç olmazsa tarafım belli olur dememiş miydi?
Ben Resulullah Efendimiz (SAV)’in “Düşmanlarınızın silahları ile silahlanınız” sözünü mealen her alanda asrın şartlarına göre islamdan ayrılmadan gerektiği gibi davranarak mücadele ediniz olarak anlıyorum. Bakınız Ergenekon ve Balyoz süreci STK'ların desteğiyle neşvü nema bulmuştur. Faaliyetlerini büyük çapta STK’ lar ile yürütmüştür. Bugün AB ve Amerika Ortadoğu, Mısır ve özellikle Suriye ve diğer ülkelerde STK' lar vasıtası ile etkin olmaktadır.
Siz meselenize ne kadar sahiplenirseniz Allah Teala sizi oldukça çabuk zafere ulaştırır. Bu anlamda kali duadan çok fiili duanın daha elzem ve gerekli olduğuna ortadadır. O nedenle hayata bakışı dünya ve ahiret görüşü ne olursa olsun tüm kardeşlerimizin ASDER çizgisi altında yeniden yapılanmayı bir kez daha gözden geçirmelerini tavsiye ediyorum. Varsa cemaatlerinde, arkadaş çevrelerinde aile ortamlarında enine boyuna bu konuyu bir kez daha değerlendirmelerini tavsiye ediyorum. Çünkü bizler atıldığımız YAŞ kararlarının alındığı tarihlerde değil, asıl bir araya gelip önünde durulamaz bir güç olmadığımız takdirde yok edilmiş olacağız. İşte o zaman tarihin sarı sayfalarında unutulmuş birer erler zümresini teşkil edeceğiz.
Biz ülkemiz ve güzel insanımız için düşünen, üreten, eğiten ve gerçek çağdaşlığa yol açan ufuklar olmak yolunda bilgi birikimimizden istifade edilmesini sağlamalıyız.
İnsanlar bir mücadelede kalabalıklarla değil, yürekleri ile var olacaklardır. Hakkın huzurunda hakkı, haksızlığın karşısında zulmü haykıranlardan olmamız şarttır.
ASDER bir siyasi görüşün, bir İslami kimliğin, bir tarikatın egemen olduğu bir camia değildir.
ASDER, adaletin savunulması noktasında zulme baş kaldırışın ortak simgesidir.
ASDER, adaletin tesisi noktasın da Hz. Ömer efendimizin anlayışının yerleştirilmesinin temel alındığı bir anlayışın tezahürüdür.
ASDER, Türkiye’de haksızlığa uğramış sesini çıkaramamış milyonlarca sessizliğin sesinin duyurulduğu bir platformdur.
ASDER, iki günü eşit olmasın diye gayretle çalışan mücadeleci ruhların birleşim noktasıdır.
Ve nihayet ASDER, çocuklarınıza ve torunlarınıza her şeyden önemlisi yüzyıllarca ümmete bayraktarlık yapmış olan bu millete bırakacağınız ve adınızın övgüyle ve şükranla anılacağı bir hizmet dağarcığının merkezidir.
Burada bulunmakla Hakka yaklaşır, bulunmamakla sadece yaklaşmaktan mahzun kalırsınız.
Esen kalın sevgili dostlar…