Pazartesi, 03 Kasım 2014 13:22

Laiklik Çağdaşlık mıdır?

Mustafa Kemal 1923 yılında bir nevi Osmanlı’nın devamı olan 1. Meclisi fesih ettikten sonra 2. Meclisi kurduğunda hedef Osmanlı’dan kopuk bağımsız ve çağdaş bir ülke idi.

            Bunun için radikal kararlar alındı. Bu kararların uygulanabilirliğine engel olabilecek tüm aydınlar idam edildi. Kurulan İstiklal Mahkemeleri ile yüzlerce akil insan idam edilmiştir. Üstelik bu idamların birçoğu maddi delile dayandırılmadan yapılıyordu. Böylece halk sindirilmiş ve ne olduğunu anlayamadan bu sisteme uyum sağlamak zorunda kalmıştı.

            Mustafa Kemal’in en büyük hedefi çağdaşlaşmak ve gelişmişlik seviyesine yetişmekte engel olarak gördüğü dini devlet işlerinden ayırmak idi. Bu nedenle yaptığı inkılapların tamamı bu yönde oldu. Harf İnkılabı, Kılık kıyafet kanunu, Hilafetin kaldırılması bunların en etkili olanlarıydı.

            Bu inkılapların uygulanabilirliği ise ancak Laik ve çağdaş bir yönetim anlayışı ile mümkün olacaktı. Hiç tereddütsüz Laiklik getirildi.

            Fes ve sarık yasaklandı. Şapka giymek kanunla mecbur bırakıldı. İslam’ın temel kanunlarına aykırı olan evlenme, boşanma ve miras hukuku batıdan aynen alındı. Eğitimde çağdaşlık adına Latin harfleri kabul edildi. Halk bir günde cahil oldu. Gelecek nesil tarihimizden ve kültürümüzden koparıldı.

            İslam dünyası ile özellikle Araplar ile ilişki kesildi. Arapça ezan Türkçe okunmaya başlandı. Bunların hepsi Laiklik adı altında din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması hedeflense de din devlet işlerine karıştırılmadı ama devlet dinin her alanına müdahale etti. Müslümanların namaz vakitleri dahi dikkate alınmadan mesai saatleri düzenlendi. Böylece çalışanlar namaz kılmaktan mahrum bırakıldı.

            Buraya kadar anlattıklarımız dahi laiklik anlayışının çağdaşlık ve modernizm olmadığını ortaya koymaya yeterlidir. Bu uygulamalar göstermiştir ki devlet laiklik anlayışı ile din düşmanlığı yapmıştır. Bu yüzden halk laikliği ilk günden beri benimsememişti.

Laiklik nefsi doğrultusunda yaşamak isteyen, aklına estiği gibi hayatını düzenleyen kesim tarafından çok benimsendi. Çünkü kadın erkek mahremiyeti ortadan kaldırılmıştı. Sokakta, işte her alanda kadın ve erkek bir arada olmaya başlamışlardı. Plajlarda çırılçıplak dolaşmak mümkündü. Bir müminin çocuklarının yanında dahi giymeye cesaret edemediği kıyafetler sokak ortasında zevkle giyilmeye başlanmıştı.

Laiklik bahane edilerek Müslümanların İslami yaşam tercihleri kısıtlanmaya ve yasaklanmaya başlamıştı. Köyünde bahçesinde bağında çalışan Anadolu kadını kamu kurumlarına girmek isterse kıyafetinden çıkarılıyordu.

Durum böyle olunca da halk içten içe laikliğe diş bilemeye başlamıştı. Bu nasıl bir din ve devlet ayrımıydı ki din açık gezene kapan diyemezken devlet kapalı gezene açıl diyebiliyordu. Üstelik bunu halktan oy alan riyakâr siyasetçiler eliyle yapıyordu.

Halk tepkisini Demokrat Parti’yi iktidara getirerek gösterdi. Ülke ekonomisine ve huzuruna belirgin bir katkısı hatırlanmasa da Ezanın Türkçeden Arapça aslına kavuşturulması hala hafızalarda tazeliğini korumaktadır.

İkinci Dünya Savaşında atom bombası ile büyük bir hüsrana uğrayan Japonya çok kısa bir sürede hatırı sayılır bir ekonomiye kavuşmuş olmasına karşın Türkiye laiklik ile arzuladığı çağdaş ve müreffeh ülkeler arasına bir türlü giremedi. Üstelik darbelerle daha gerilere düşerek demokratikleşmeden uzaklaştı. Zulüm arttı.

Buda göstermiştir ki 1923 ten sonra yapılan tüm inkılaplar ülkeyi beklenen seviyeye ulaştırmakta yetersiz kalmıştır. Aksine toplumun ahlaki yapısını bozmuş ve toplum içerisinde sınıf farklılıkları ve ırk taassubu oluşturmuştur. Anlayacağınız laiklik sınıfta kalmıştır. İslam’ın zirve yaptığı dönemde Dünya siyasetini yönlendiren bir ülke konumundan maalesef İslam’dan uzaklaşmakla geleceği yönlendirilen ülkeler arasına girdik. İnkılaplar toplumu cahil bilgisiz ve dünya sefahatine düşkün bir hale getirdi.

Tek partili dönemden sonra hep muhafazakâr söylemli ya da görünümlü partilerin iktidara gelmesi göstermektedir ki laiklik Türkiye de benimsenmedi. İşin ilginç tarafıysa ulaşılmak istenen Batı medeniyeti de Türkiye’yi benimsemedi. Kendisinden kabul etmedi. Laik Türkiye’yi medeniyetlerinin bir parçası olarak görmedi.

Batı medeniyetinin beşiği kabul edilen Almanya’nın Avrupa Birliği (AB) Müsteşarı; “Türkiye bizim medeniyetimizden başka bir medeniyete mensuptur” diyerek Türkiye’ye bakış açılarını ortaya koymuştur.

Türkiye modernliği ve medeniyeti yanlış kapıda arayarak boşa zaman harcadı. Gelişmişliği yakalamak yerine laikliğin baskıcı rejimi ile iyiden iyiye geri kaldı. Böylece Türkiye Kartal’a benzemek isteyen Karga hikâyesinin bir örneği oldu. Ne Kartal olabildi, nede Karga!

En nihayetinde rejimin baskıcı ve olumsuz yönünü gören halk asli medeniyetine dönüşe başladı. İslam coğrafyasında Türkiye’nin saygınlığı arttı. Laikliğin modernleşmek olmadığını anlayan Türkler silkinerek ayağa kalkma çabasında. Kendisinden ne beklendiğini iliklerine kadar hissetti. En önemlisi de kendisinin Kartal olduğunu anladı. Geriye sadece yükseklere çıkmak kaldı.

Haydi, hep beraber bu yükselişe set çekmek isteyenlerin karşısında birlik ve beraberliğimizi Dünya’ya ilan edelim. Ümmet anlayış ve şuurunu yeniden sağlayalım. Silkelenerek üzerimizde ki ataletten kurtulalım.

Unutmayın Ya ÇARESİZsiniz, Ya da ÇareSİZsiniz!

 

                                                                                                                                              01.11.2014

Ersan Ergür

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...